14 Ekim 2012 Pazar

koltuknameye özenip, özenmekten zerre utanmayıp haftamdan kalanları toparladım. 

kıştan bahara geçilen, içerilere dayanamayıp, sabırsız titreye titreye dışarılarda oturulan, çiçeklerin dallara vardığı da daha ayrılmadığı o kısacık 10 gün favorim olsa da, mevsim geçişleri her daim heyecanlı. bu seferki de öğrenmelerle, yeni pıtır arkadaşlarla, özendiğim ortamlarla, yeni hislerle öyle güzel geçiyor. ufak tefek şeyleri göz ardı edip içimin huzurunu anlatmaktan bıkmıyorum. 

seyrettim, yürüdüm, güldüm bu hafta. zaman bulmak için uykudan, uyku için dersten kıstım. başka yerlere dağılıp duran aklımı bir süre dinlendirme adına kapattım algılarımı. uzakları değil anları yaşamaya çalıştım sadece. 



Şimdiye kadar seyretmememin tek nedeni uzak doğululara karşı ırkçı tutumumdur, evet. kaşıntımı yenip seyretmeye karar verdiysem bile ilk on dakikamı "hele sese bak allasen" diyerek geçirdim. sonra ben de sustum. hapishanedeki hallerini çok sevdim, kadının çocuğu evde arayışını da buluşunu, fikir ilk aklına geldiğindeki gülümsemesini çok sevdim. ayağını ilk uzatışını sevdim. tartıyı tamir edişini sevdim. fotoğrafını yeni baştan yapışını sevdim. kafasını uzatıp da kadraja dahil oluşunu sevdim. inatla topun önüne geçişini sevdim. öyle sevdim kadını. saniyenin yirmi dörtte biri kadar anları aklıma not ettim.

haftanın içe dolanan ilk şarkısı ondandı. bu hafta şarkılar vallahi dolandı.

sahaflara düşmediği için başlamadığım mihmanı anacığım aldı. daha ilk sayfalarından en sevdiğim adamın en sevdiğim şiiriyle açtı sohbeti, gülümsedik birbirimize.



"güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan
dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan
kürdistan'da ve muş - tatvan yolunda bir yer kanar

muş - tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan

eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan
portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve muşlar kanar, darülbedayiler kanar

muş - tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen git gide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar"


bir gün o yoldan geçerken ben de bu şiiri cüzdanımdan çıkarıp okuyacağım biliyorum. ben de "napıyorum la şimdi" diye utanacağım içten içe. 


sonunda kadın kolektifinin toplantısına katıldım, lgbt'yle ilk ilişkilerimi kurdum. 


oğulcanla oturmuş utangaç edebi tartışmalar yaparken:) o bazukayı ben erken kaybedenleri, o harı ben tolu savunurken amatör ruhu nasıl sevdiğimi bir daha anladım. har'daki mükemmel dile rağmen tol'un öfkesi beni bir daha yordu. o öfkeyi dizginleştirmesi tek üzüldüğüm noktası muratın. o bana öfkesini kusarken sadece durup haklısın diyebilmiştim. hiçbir şey yapmadığım için sen haklısın. 

bitirdikten sonra özlemekten korkup bir süre daha yanımda taşıdığım, başucumda değil yatağımda sakladığım, her tatile nolur nolmaz diye yanımda götürdüğüm... ben gibi koktuğunu düşündüğüm 2 kitaptan biri tol. 

ama aslında diyecektim ki ben, amatör yanı seviyorum. kitabını daha okumasam da onu da sevdim bir röportajla. pırıl pırıl bir beyindi gördüğüm, insandı. 


sonra yana yana kahvaltı yaptık hafta ortasında. birilerinin okuyacağını bilirse insan iyi olup olmadığını düşünmeye başlar derken aklımdaki şeylerden biri de buraydı. kimi zaman yazılarım kendimde kalsın istiyorum zira hırslanmaktan korkuyorum. 

sorumluluklardan korkmamın nedeni de bu hırslar. insan kendine ait bölgeyi daraltmaya bir kere başladı mı arkası kesilmiyor.
neyse.
sanki etrafımızdaki her şey kahvaltının öyle huzurlu olması için şekil değiştirdi o sabah, her şey güzelleşti.

küstüm sessiz'e şirin dediğinde hayal kırıklığına uğrasam da, hakikaten şirin bir filmdi. 




Tepenin Ardı'ysa bayağı bayağı iyiydi. ben bolca "a separation"a benzettim; onun bir boy küçüğüydü. küstüm benzetti mi bilmemem. insanın yaptığını hep başkası çeker; en çok da meryem çeker. Acı da çeker, sineye de çeker. ses çıkarmadıkça daha da çektirirler meryeme. çay demledikçe meyve beklerler.

filmin adı iki saati iki kelimeyle özetleyecek kadar cuk oturmuştu. o tepenin ardındakini göremeyen, görmedikçe sinirlenen, sinirlendikçe harap eden... korktukça da harap eden bir erkekler sürüsü.



bu çocuk bence o kadar karizmatik ki üzülüyorum bu özelliği hep oyunculuğunun önüne geçecek diye. 








kimi şeyler de bende kaldı. kim gitti geride ne kaldı belli değil. 

öperim.

2 yorum:

  1. aynı gün ne güzel iki yazı yazmışız be kıvruş. bazen böyle yapsak keşke. aynı olaya başka başka baksak. bu arada sessiz'in muratla izldiğimiz hali daha farklıydı.

    YanıtlaSil
  2. :s insan sıkıldıkça filmini değiştirir mi ayol. o neymiş öyle. tutarsız mısın diye sorarlar adama.
    birlikte bir şeyler yaptıkça yazalım be kıvruş. bazen sırf birbirimiz için yazalım.

    YanıtlaSil