30 Ağustos 2011 Salı

taslaklarımda kayıtlı o kadar çok yazı varmış ve o yazılar aslında o kadar güzel anılarmış ki şaştım kaldım. sonunu getirmemişim, sonunu getiremedikçe bırakmışım bıraktıkça eskimişler ve ben eskileri hep yeniye yeğ tutmuşum.
üzerine oturdum düşündüm ve varolmanın dayanılmaz hafifliğine bi şans daha verdim. eskiden ne kadar sevmedimse şimdi o kadar çok, ama çok sevdim. kunderanın her bi karakterine bu kadar özen göstermesini çok sevdim. her biri yaşamadığı kendi hayatıymış gibi. hiç birinden de vazgeçemeden, iltimas da geçmeden. benim en çok yaşadığımsa, ilerisi için kendime biçtiğim yola en çok benzeyen sabinaydı. "ve birden yitik bi anın peşinden geçirdiği yıllara şaşırdı kaldı", ya da ona benzer bir şey hatırlamıyorum. ve o an. her şeyi hayatından çıkarmaya o kadar meyilli bir kadının bir anın peşinde yıllarca o şapkayı taşıması. o şapka için daha nice değerli eşyasından vazgeçmesi ve bununla içten içe gururlanması. hayatımda hiç kimseyi benimsemediğim kadar benimsedim belki de o kadını.

bugün bu şarkıyı dinlerken, 2.10 dolaylarında bir yerde bilgisayarım kilitlendi. ondan beri yüksek sesle dinlemeye ürküyorum adamı.

hayatımda olmasın istediğim insanlar var,bir de mümkün olsa da bir şekilde; başka bir formla, başka gerekçelerle tekrar girsin istediklerim. aşırı çabuk yeşeren umutçuklarım kırılmadan, kırmadan anlamalı anlaşmalı bir ara sıra dostluğu istiyor. umut yeşertmeye bile izin vermeyecek kadar özensiz kelimelerse canımı çok yakıyor. smileylere dargınım.



hayatımın en saçma gecelerinden birine saygı sunuyorum.