5 Ekim 2009 Pazartesi

gidiş

istiyorum ki bu yazı boyunca hep le moulin çalsın, hatta yazı bile olmasın. günlerdir konuşasım var, tek bir insanla. başka kimse rahatlatamaz şu anda. daha okul açılalı bir hafta olmuşken tatile ihtiyacım var. hiç mi hiç burnumu sokmaya hakkımın olmadığı kimi durumları artık düzeltmeye ihtiyacım var.

bir insanın kendinden daha kötü olanlara laf etmesi o insanı iyi yapmazmış. bir insana yüreğini açmak onun da sana kendi yüreğini açmasına yetmezmiş.

zamanında bambaşka bir yerde bambaşka biri seni seven herkesin bir okyanus kadar saf olamayacağını söylemişti. hem değerini bilemediğim, hem verdiğim değeri asla hak edememiş biri.

bana çok iyisin dediğinde 'hayır değilim' diyemedim.senin canını yaktığım için kendimi asla affedemedim. o kadar korktum ki bundan bir an önce olsun bitsin istedim
bir daha asla inandığım kadar iyi olamayacağım. sen mutlu olmadan da mutlu olmayacağım.

evet.

Romain Gary, Camus, Yann Tiersen, Tim Burton, Borges... bide pembe domuz. bir kibrit çöpü. tek bir dergi. bir günlük.ve birkaç fotoğraf alıp gidesim var. hemde ilk defa bu kadar yakın ve gerçekten gidesim var.


1 Ekim 2009 Perşembe

otobüs#2

- Kaç numarayı bekliyoruz?
diye sordu.202'ydi. Bir süre yine konuşmadık. Kızgındım ona, her zamanki gibi. Ve o son bir yıldır olduğu gibi kendi dünyasında; benimle ilgili hiçbir şeyi düşünemeyecek kadar benden uzaktaydı. Tekrar girmeyi hem isteyip hem istemediğim, korktuğum, unuttuğum dünya.
Kollarını omzum üzerinden doladı.

- Senin neyin vardı bugün?
- Hiç.
İnandı mı bilmiyorum, en kızgın anlarım sustuğum anlarımdır, bunu hala hatırlıyor muydu, bilmiyorum.

- İki kişiden sadece birinin morali bozuk olursa sessizlik olmaz kuzum. Mesela sadece senin moralin bozuk olsa ben şaklabanlık eder neşeni yerine getirirdim ama...202.

Sevindim otobüsü gördüğüme, sözünü bitirmesin.

- Görüşürüz.
İlk defa saat 11de otobüse biniyorum, insanların en çeşitli olduğu saatmiş onu farkettim, ve alkol kokusunu da.
Bir mesaj."5 dakika geç gelseydi seni seviyorum diyecektim. Unutmuşum bunu onca zamandır."
Unuttuk bunu. Öyle günler geçirdik:'seni seviyorum'un hiçbir şeyi çözmeyeceğini öğrendik. Bunu o öğretti bana, onunla öğrendim. İlk o bozdu yalnızlığı, devam ettiren bendim. Faturası bana patladı.
Otobüs Demirtepe durağında.

Her şeyi o anda yazmak istedim ona bir daha. O kadar çok söylemiştimki, artık ezbere biliyordu. ama yinede bilmiyor. Bende bilmiyorum...

Konuş benimle, anlat her şeyi.Anlatsa da anlamıyorum.

Tandoğan'da annem aradı nerdesin diye.
Niye yalnız değildik bu gece?Yalnız olsak susup kalmaz mıydık.
Çık git hayatımdan artık.Gitme, özlüyorum.

Yenimahalle.

Onu tanıdıktan sonra başladı iç savaşlarım. Hangi tarafı tutacağımı bilemedim, hangi taraf kaybetse kanadım.
Yerimden kalkıp düğmeye bastım. İnince verdim cevabımı:"5 dakika geç gelseydi ben de seni seviyorum derdim."
Korktum vereceği cevaptan, bu gece değil, bu gece daha fazla duygusallığı kaldıramaz. Telefonu kapattım eve girerken.

20 Eylül 2009 Pazar

Kedi Mektupları gibi

günlerdir şunu söylemek istiyorum:

Sen ne kadınsın Oya Baydar!

otobüs#1

O'na baktığım anda, aklıma gelen ilk şey 'acaba bu kadar güzel olduğunun farkında mı?' oldu. Hayatımda gördüğüm en güzel varlıktı.Oysa yüzünde bunun farkında olduğuna dair en ufak bir işaret yoktu-gurur ya da kibir-

Uzun değildi, belkide bu yüzden çok dikkat çekmiyordu normal hayatında, bilmiyorum. Ne giydiğini hatırlamıyorum bile, kot-bluz büyük ihtimalle. Onu gördüğüm anda, üzerinde krem rengi ya da vişne çürüğü olmasını diledim; krem rengi bol dantelli bir elbise olabilir mesela. Ama hayır, vişne çürüğü. İçinde ne olduğunu hiç belli etmeyen büyük siyah düğmeli uzun bir mont. Küpeleri olmamalıydı; aslında kolyesi, yüzüğü, kadınların olduklarından güzel görünmeleri için icat edilmiş hiçbir şeyi olmamalıydı.

Bir an göz göze geldik ve o gözlerini o anda kaçırdı. Ona, ne kadar güzel olduğunu söylemek istedim, yanlış anlayıp anlamayacağını hiç umursamadan.Ona bilmediği bir şey söylemek istedim, o anda arka fonda L'homme'un çalmaya başladığını, rüzgar estiğini, bir yerlerde birilerinin kaşık kaşık bal yediğini, fısıldamanın konuşmanın en güzel yolu olduğunu..Romain Gary'nin en çok etkilendiğim tasvirlerinden birini söylemek istedim:

''Boynu öylesine doğal bir inceliğe sahip ki, edebiyatın kuğu boynu benzetmesi onun yanında sıradan kalıyor.''

Ona dünyasının kahverengi olduğunu söylemek istedim.Renkler dünyasında yaşamadığını, turuncunun sarının pembenin üzerinden akıp gittiğini söylemek istedim. Artık sadece objektiflerin arkasından görülebilecek kadar sessiz sedasız, huzur dolu bir kahverengi.

Onu sadece bir kere gördüm, büyük ihtimalle de bir daha asla göremeyeceğim.Ona çok güzelsin demek istedim, defalarca kez, güzelsin, güzelsin, güzelsin demek istedim.

12 Eylül 2009 Cumartesi

özgür ruh

'İnsanların bloglarına, profillerine, kişisel iletilerine, sözlük yazılarına bu kadar takıntılı olmasaydım, bi parça daha rahat olabilirdim.' şeklinde bi cümle okudum ve tee onu yazdığım zamana döndüm.hiçbir şey değişmemiş ahah.
dün oğuzla modern zamanlara gittik nazımda.charlie chaplin'i izleyin, izlettirin yalayın yutun anacım. güzel gündü aslen, bi parça içine sıçtık sadece. yanlış anlaşılma olmasın, sade küçücük bi parça.
Bide şunu söyleyeceğim, insanları seyretmeyi çok seviyorum. özel hayatlarının içine burnumu sokacak kadar. beni hiç mi hiç tanımayan hiçte iplemeyen yığınla insanın en sevdiği kitapları, renkleri, sevgililerini, en yakın arkadaşlarını hatta iç dünyalarını bile biliyorum. sokakta gördüğüm insanların dünyalarını hayal etmeyi onlara bi senaryo yazıp başrole oturtmayı seviyorum.
bide yolculukları seviyorum. en çok tren yolculuklarını, olabildiğince de uzun. olmazsa daha kısasını, olmazsa otobüsleri. halk otobüsümü seviyorum lan. bunun kokusu da çıkıcak bekleyin, coming soon.
baba zulayı seviyorum. günlerdir sadece özgür ruh dinliyorum. ortalıkta göbek ata ata sevişe sevişe azalmazki tendeki(bendeki sendeki ondaki bizdeki gendeki o an ne gelirse artık) özgür ruh diye dolaşmam insanları dumura uğratmıyorda değil.
ben gidiyorum. film izl.eyeceğim

17 Ağustos 2009 Pazartesi

mutluluk

mutluluk, 51 oynarken yerine okey koyduğun taşı çektiğinde hissetiklerindir.
köpekler yeterli değil artık; bakın insanlar nasıl da yalnızlık duyuyorlar; dostluğa gereksinimleri var, dayanacak daha büyük, daha güçlü bir şeye gereksinimleri var. köpekler yeterli değil: bize filler gerek.//Romain Gary
Hepimizin durumu aynıdır. Hepimiz bir konuda başvuruda bulunmak istiyoruz! Herkes, ne pahasına olursa olsun masum olmak dileğinde, hatta bunun için tüm insan soyunu ve Tanrı'yı suçlamak gerekse bile.//Albert Camus

31 Temmuz 2009 Cuma

vanya

"ne yapalım, yaşamak lazım!(sükut)Biz, vanya dayı, yaşayacağız. biz, daha birçok uzun günler,uzun geceler geçireceğiz; talihin bize göndereceği her türlü imtihanı tahammülle karşılayacağız;şimdi de, ihtiyarladığımız zaman da, hiç durmadan çalışacağız; vaktimiz gelince biz de kadere boyun eğeceğiz ve mezarımızda, öbür dünyada, biz de diyeceğiz ki;biz çile çektik, ağladık, acı günler geçirdik; işte o zaman allah bize acıyacak ve seninle beraber, sevgili dayıcığım, daha parlak, daha güzel ve daha hoş günler göreceğiz; biz de sevineceğiz ve şimdiki talihsizliğimize tahassüs ve tebessümle dönüp bakacağız -hem de dinleneceğiz. ben inanıyorum dayıcığım, imanla, aşkla inanıyorum...biz dinleneceğiz!
biz dinleneceğiz! biz meleklerin seslerini işiteceğiz; bütün yeryüzündeki fenalıkların, bütün ıstıraplarımızın, bütün dünyayı dolduran bir merhamet içinde bulunduğunu, bizim hayatımızın da sessiz, ve güzel ve bir okşayış gibi tatlı bir hal aldığını göreceğiz. ben inanıyorum, inanıyorum...(dayısının gözyaşlarını mendiliyle siler)zavallı, zavallı vanya dayıcığım, ağlıyorsun...(gözyaşları arasından)sen hayatında sevinç nedir bilmedin,fakat bekle,vanya dayıcığım,bekle...biz dinleneceğiz...(onu kucaklar)biz dinleneceğiz!"

dün gece vanya dayıyı bitirdim ve kitaplığımın -tabi daha önemlisi yüreğimin- en güzel kitaplarla dolu rafına yerleştirdim bu 2paragrafı sayesinde.
kendini tamamen başkalarının - özellikle babasının- mutluluğuna adamış iyi huylu, çalışkan, ama çirkin sonya,
yine onun gibi tüm hayatını başkaları için çalışarak geçiren ve yaşı ileledikçe bundan pişmanlık duyan vanya dayı,
gencecik yaşında kocasının bilgisine, kültürüne kapılıp evlenen; kendi mutluluğunu sonsuza dek yitiren ve hiçbir şey yapamayan yelena,
ve herkes ömrünü ona admışken bir türlü mutlu olamayan bir baba, koca...

yıllar önce çok küçükken oyununu izlemiştim,geçenlerde aklıma düştü kitabınıda okumak bu eski çehov klasiğinin.

"hayatınızda bir defa olsun, kendinize hürriyet verin" diyor, ne çıkar? belki de böyle icabediyor... elimde olsaydı, sizlerden, sizlerin o uykulu gözlerinizden, konuşmalarınızdan, sohbetlerinizden kurtulmak için uçup gider, yer yüzündeki varlığımı bile unuturdum. fakat cesaretim yok, utanıyorum...vicdan azabından da korkuyorum..."

insan vicdan azabından korkmamalı. gerektiğinde ezip geçmeli o çevresini sarmış duvarı, güvenli demeden.başka bir yolu yoksa kırmalı. sonrada kırdığı o kalbi onarmaya çalışmalı araya biraz zaman koyduktan sonra...ama kırmalı...

19 Haziran 2009 Cuma

dün gece, çok uzun zamandır yüreğimin üstünde oturan, ağırlığıyla ezildiğim ama alıştığımdan farkedemediğim kalp kırıklığını çözdük uğraşıp didinerek. o kadar uzun süredir varmışki, o kadar alışmışım, kendimden bir parça sanıyormuşum onu. değilmiş meğer. dün gece kalp ameliyatına girdim sanki:) ve oradan yarayı aldık, sardık onu, iyileşmeye bıraktık. içinde sıkışmış tüm cümleleri döktük, hafiflettik. beraber yaptığımız son ve en güzel işi yaptık. teşekkür ederim...

18 Haziran 2009 Perşembe

Başlangıç

Aylar önce almıştım bu blogu. Almıştım ya, yazmaya başlamak zor gelmişti; ne yazacağını düşünmek, düzenli olarak ilgilenmek tabi bide etrafa kendini beğendirme arzusu,okuyabilme ihtimali olan insanlar=) ama geçen gün olan bir olay sayesinde 'artık başlamalısın' dedim. hayatını değiştirmek ister ya insan bazen, bir yenilik, bir başlangıç, her şey üstüne üstüne gelirde yapacak hiçbir şeyin olmadığını farkedersin, işte tam öyle bir noktada duruyorum şu anda.

Hayatım boyunca her yazın başında yapacak şeylerim olurdu, gerçekleştirebilsemde, gerçekleştiremesemde. geçenlerde, son sınavlar bittikten sonra oturdum düşündüm bu yaz ne yapacağım diye işte liste:

okumak(bütün yıl yaptığım dişe dokunur tek şey de bu oldu işin en acıklısı)
tatil yapmak(gezebildiğim kadar gezmek)
ımm, başka, başka, sınav stresine psikolojikman hazırlanmak, en önemlisi seneye okuyamayacağım kitapları okumak!
(bakınca her tatile de en az 5 kitapla çıktığımı düşünürsek, bütün yaz için aklıma gelen tek şey okumak olmuş, listeyi 1e de indirebiliriz=)

sonradan köy enstitüleri derneğinde çalışmak, artık rebaba başlamak, bilardo dersi alıp ciddi ciddi sarmak gibi planlar çıksa da, daha şimdiden bu yazın nasıl geçeceğini kara kara düşünmeye başladım, bari en azından yazmaya başlayayım hiç değilse bilgisayarı açtığımda karşıma yapacak bir şey çıksın dedim ve ahanda ilk yazım!

şimdi ilk olarak bu sayfanın çeşitli yerlerini açıklamak istiyorum:

adyende: osmanlıcada gökkuşağı demekmiş.kulağa tınısı çok hoş, yumuşacık geliyor.

marlis: yönetmenliğini ozan açıktan'ın yaptığı bir kısa film. fransızca bir isim. "hayatımdan silinecekken, hayatıma kazınarak intikam alan..sen misin? yoksa seni gördüğüm ilk an mı? " marlis...

başlıktaki "son" yazısı: tamamen bunalımda olduğum ve ne başlık koyacağıma karar veremediğim bi anda yazmış olduğum bir şey. nasıl değiştirileceğini bilmiyorum, bilen varsa yardım etsin:p (vee kendi çabalarımla çözdüm:d)

büyük fotoğraf: bu çilekli max yiyen mavi gözlü kıvruşuk dünyalar tatlısı kızı gökçe pehlivanoğlu çekmiş.

Profil fotoğrafı: my chemical romance/i don't love you şarkısının klibinden bir sahne. izlerken deliler gibi ağladığım klip olmuştur kendisi geçen yıl şu sıralar. kızın beyazlığına, saflığına, sevgisine hep hayran kaldım ve sanırım uzunca bir dönem o kızı kendim gibi gördüm, yalnız bırakılmış...

son okunanlar: insanlarda en çok ilgilendiğim şey bu sanırım, en çok sorduğum şeylerden biri 'ne okursun?' benim gibi ilgilenenlerine..

okunacaklar: bu listede yıllardır okumayı planlayıpta okuyamadığım, bazılarına cesaret edemediğim kitaplarla şu anda aklıma gelen kitaplar bulunmakta. saydım, 15tane. yeni kitapta eklemicem bakalım ne zaman biterler...

blogu biraz daha çözünce eklemek istediğim başka şeyler de var, zamanla inşallah...

birde, bunu sürdürmeye çalışacağım,umarım hepte beceririm, ağlak olmasın...yani, tabiki üzgün anlarım, -içimde taşıyamayıp- yazarak kurtulmak istediklerim, kolumu kanadımı kıran anlar olacak, şu anda da var ama hiç bir zaman aman ne kadar yalnızım mutsuzum türünden resimler, ben ergen genç kızım beni anlayın nolur türünden tripli başlıklar olmasın.o türden bir değişim yaşamam umarımki.

neyse, buda ilk yazı olsun, kazam mübarek ola:)