15 Aralık 2014 Pazartesi

uyurken bazen kedi köpek gibi kolunu bacağını sallıyor.
ah, diyorum:
rüya görüyor!

13 Kasım 2014 Perşembe

türev

türev / minik bir proje gibiydi.
derivation / it was like a mini project.



temmuz-kasım 2014

7 Kasım 2014 Cuma


ben huzurlu olunca fotoğraflar da huzurlu hale geliyor.
fotoğrafın bu kadar yoğun bir ifade aracı olmasıysa bazen, ne yalan söyleyeyim, korkutuyor.


15 Eylül 2014 Pazartesi

bak.

ben burada düzenli aralıklarla fotoğraf çekiyorum.


16 Ağustos 2014 Cumartesi

kazzık gerek, çakmak gerek

sonra birimizden biri dedi ki:
gürültüden bahsediyorsun da, niye fısıldıyorsun ki?

25 Temmuz 2014 Cuma

şimdi.

ben de onu gaip arabeskle tanıdım. yıllardır last.fm de açamıyorum zira dns ayarı değiştirmeyi öğrenmeye ölesiye üşeniyorum.
ancak tek şarkı üzerinden bile yoruma yüreğimi kaptırır, parmağımı basar, imzamı atarım. böylesine benden olmak.

sonra.

çok uzun zamandır günlerim, gecelerim güzellikleri salt dışarıdan görerek mutlu olmakla geçiyor. özenerek, ama içinde kıskançlık olmayan bir özenme; çoğalma diyebiliriz buna. başkalarının güzellikleriyle çoğalma (zira başkasının hikayesi beni vurduğu anda benim bir parçam olur.). bunun birilerine benzemeye çalışmakla alakası yok hayır, başkalarını severek kendimi de seviyorum.

bir günlüğüm var; hislerimin, fotoğraflarımın, yazılarımın, sevgimin fragmanı adeta. belki onun yüzünden burayı boşlamaya başladım, sonra kendime döndüm iyice; onu da boşladım.
ve geçtiğimiz bir aya bakıyorum (2 değil gerçekten, sadece 1 aya), yok! yaşımı soranlara "22 yıl 3 aylığım" değil de "22 yıl 2 aylığım" diyebilirim, geçtiğimiz bir ay o derecede yok. kendinden geçip, başka bir şeye de varamayıp, hiçlikten ibaret olma ayıydı geçtiğimiz bir ay.
bu halden nefret ediyorum.

hani?

size günlüğüm, günlüğüme de "kafamı dinleyemiyorum." dedim birkaç ay önce. "kafamı gösterebilsem birine, öyle karışık ki, öyle çok ses çıkıyor ki hep bir ağızdan, hep tartışan...
kafamı, kafamın içindeki sesler yüzünden dinleyemiyorum."
şimdiyse bütün sesler sustu, bütün gözler dikildi bana; bekliyorlar ne yapacağım diye.
ait olma hissini kaldıramıyorum bu ara; herhangi birine, aileme, yere. sadece bir haftalığına yıkıldı bu his ancak bu bile öylesine -ölesiye- iyileştirme kürü. bu halin devamlılığı için atılan adımlar mehter marşıyla ritmlenmemeli.

puf (uf da diyebiliriz.)

irem sözen"i alırım içime, öyle güzel bir kadın ki...
her hatırlayışta zihin yeniden kurguluyor; bazı hatıraları yok etmeyi seçiyor daha en başında, bazılarını baştan şekillendiriyor, bazılarınaysa yeni anlamlar kazandırıyor.
anların diğer söz sahiplerinden bağımsız olarak.

geçen konuşuyorduk, her gün onlarca fotoğrafçı inceliyoruz anlama çabasıyla, diğer güzelliklerden beslenme uğraşıyla.
ama başkalarının işlerini incelemek bir nevi porno seyretmekse irem'in recall'ı benim için aşık olduğun adamla seviştiğini düşünmek. bazen elime alıyorum sadece, içini bile açmıyorum; yetiyor.

kara, kendi halinde, çift taraflı bir kapağı var bu kitabın; kapalı bir kutu gibi, içinin hissini, çok yoğun -ama yine kendi halinde- pekiştiriyor.
biriyle ayrılırsın, ondan kalan eşyaları görmeye dayanamazsın ama atmaya yahut geri vermeye de kıyamazsın. hepsini bir kutuya doldurur gözünün görmeyeceği bir yere kaldırırsın.
orada olduğunu unutman imkansız, lakin görmezden gelirsin. anılarla olan rabıtayı bir anda koparıp salt kötülüklerden ibaret kalmak kolay değil çünkü.
sonra aynı süreç baştan şekillenir, sonra yeni baştan, yeni baştan.
ingilizler buna "herkesin yanında taşıdığı bir bavulu vardır." diyor.
o, "evde saklanan bir devden herkes haberdar olsun istiyorum." diyor.
kitabına bu hissi böyle sezdirmeden taşıması irem'in aklının naifliğini bir kere daha ortaya koyuyor.

sonsöz.

içimde sıkışıp kalmış tek bir anının özlemi var ve bunu kime söylesem yanlış anlar.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

ve ingilizcesi gittikçe iyileşiyordu.

2 yılın getirisi okunan sayfalarca makale, hafiften yurt dışı seyahatleri ve pıtı pıtı yabancı arkadaşlar derken gelişiveriyor işte. fark etmiyorsun süreç sırasında, bir gün bir şarkıyı sırf sözlerinden kelli 40 defa döndüre döndüre dinlerken anlıyorsun; ana dilin değil ama duyguların evrenselliği seni çember dışında bırakmıyor artık.

dünya tatlısı bir hocam var. ona baktığımda kendi elli yaşımdaki halimi görüyorum sanki; hem fiziksel hem kültürel. kültürel politikalar dönüp dolaşıp patriarkiye dayanıyor ağzında. ağzından damlayan balları alıp tatlı kavanozlarında saklıyorum; zira ben bal-reçel sevmem.

feminist teori demiştik, işin bir de diğer tarafı var; feminist teoride kadının duruşunu kritik eden (bunun üzerine biraz okumalıyım, her yere not düşmeye karar verdim.). kadının gardının düşüklüğü dediğimizde aklıma gelen ilk şey aşk oluyor (eğitim olmalıydı halbuki.).

aşk pek ilginç duygu, teorilerde bu kadar az yer verilmesi sonsuz bir gariplikler silsilesi.
duyguları evrenselleştiriyor, kültürleri yok ediyor, kadını/erkeği tamamen standardize ediyor. bir süre sonra da kendisi standartlaşıyor. ingilizce öğrenmedeki gibi aslında; süreci fark etmiyorsun da bir gün bir şarkıyı sırf sözlerinden kelli 40 defa döndüre döndüre dinlerken anlıyorsun; artık standartsın.

şarkı mı?


2 Haziran 2014 Pazartesi

otuz saniyen kaldı.

29 Mayıs 2014 Perşembe

not.

fotoğraf bazen de altındaki yazıyı kapatmak için kullanılır sadece.

26 Mayıs 2014 Pazartesi




belki bir de şarkı.

16 Mart 2014 Pazar

gözlerimi kapatıp bir zamanlar dinlediğimi baştan dinlemek,
gözlerimi açıp bir zamanlar okuduklarımı baştan okumak.
kocaman, düşüncesiz yapılan bir kolaj gibiyim doktor.
biraz oradan, biraz buradan alıyorum.
bir an çok umutlu,
bir an kara basarcasına umutsuz.

bu gece bunu sevmedim! hiç sevmedim!

27 Şubat 2014 Perşembe

Aralık ayında, güzel adam Orhan Cem Çetin'in söyleşisine gitmiştik.
Gözümde araştırmak bir tatlıysa kendisi üzerine konan dondurma gibidir.
Aklın en güzel kıvrımlarından biridir.
Hem korkunç biçimde zeki hem de zekası kendine iyi gelen insanlardan.
Şanslı da hani...

Bazen sıradan bir anda biri olur ve öyle bir cümle kurar ki alır o cümleyi kendine yoldaş yaparsın. Kendi hikayenin kalın harflerle yazılan yerlerinden olur. Ettiği tek bir cümleyle o insanı ömür boyu sevmeye karar verirsin. Sözlü bir anlaşmanın sadece senin zihnine ait bağlayıcı maddesi olur; ilişkinin punctumudur. Bu söyleşi sırasında bir şey dedi ki, ona olan sevgimi (evet sevgi; hayranlık, ilham vs değil.) katlayabileceğine dair iddiaya girse kazanmaması mümkün olamazdı. Zihnime kalın harfli yeni bir dizi ekledi.

"Bazılarınız biliyor ki böyle bir fotoğraf var. İşte bu, gerçekten bakan için süpriz. Bir nevi bonus."

En popüler işi "Böyle Fotoğraflar Yok"u göstermesinin ardından böyle bir fotoğraf çıkardı sahneye.
bimilyoncu mantığıyla dijital ortamda satmayı planladığı fotoğraflarının çoğunu bedavaya yayınladığı bir mecrasının olması gibi. Araştırmaya karar verirsen o senin bonusun olur. "Yetişince" kim kime hediye veriyor, kim kime hediye oluyor ki; çabalarsan senin için bonus vardır. (Çoğunlukla da yoktur tabi. Böyle düşünenler bir avuç kadar azınlıktalar.)

Bu "bonus" veren kafaları öyle çok seviyorum ki fark ettiğim yerde mutluluktan ağlayacağım geliyor.

Gece gece hatırlatansa bir başka bonustu:


Doğrusunda yahut yanlışında değilim işin; hatta doğru demeye de içim elvermiyor. sadece hediyeyle ilgiliyim.
Bir cümleyle bana denklem çözdüren güzel ellerdeyim.
Sen bu şiiri ellerinle yazdın.

19 Şubat 2014 Çarşamba

sonra fark ettim ki içimden uzay akıyor.
omuzlarımın karıncalanması falan, hep ondan.


5 Şubat 2014 Çarşamba

Az batıl inancım var. Bunların en önemlilerinden biri de şu:

Hayat adildir. Ve onun bir matematiği vardır. Çok mutlu olursan kıskanır. Noluyoruz der, hep sen mi mutlu olacaksın bırak biraz da başkaları olsun. Ve senin elinden en güzel şeyi alır. Bunu da öyle bir puştlukla yapar ki geri alma şansın kalmaz. Öyle kaçın kurasıdır hani, savaşma şansı bırakmaz.

İçimde ölüler dolaşıyor. Ölüler ama, adı üstünde, geri gelme şansı yok.

Hayat bazen adil davranır. Ve sen şanslı insanlardan biriysen hayatın adilliğinden adi bir şey yoktur.

Nasılsın sorusuna verdiğim cevaplar an be an değişiyor. Cevabı "dengesiz" aslında.
Belki bu arabesk duruştan utanırım bir süre sonra, ama not düşmem lazım.
Agresif olmak yerine.
Uzunca oturmalık bir balkon lazım.

7 Ocak 2014 Salı

          Çocukluğumdan beri bilirim o yolu. Evden çıkar, iki kat merdiven inersin. Sonra dış merdivenler başlar. Önce sola, ardından sağa dönersin. Sitenin iki kapısından soldaki hep açıktır; elin kolun doluysa kitap gazete yahut plaj sepetiyle, ona yönelirsin. Yok, rahatsan sağdaki daha yakın.
          Çocukluğumdan beri bilirim. Çok küçükken sitedeki diğer bebelerle oynardık. Sokağa çıkıp kızlarla ip atladığım zamanlar kadar eski yani, zira ben çocukken bile sevmezdim çocukları. Ölmemiş bir dede, anneanneyle; torunlu yaşlılı (bizde tek kelimelik bir “grandparents” kavramı yok, olsaydı keşke) tatilleri sevecek kadar küçükken yani. Akşamları dondurma mı mısır mı diye sorulan, bir şeyleri feda etmek zorunda kalmanın en acı verdiği zamanlar kadar eskiden beri bilirim.
          O zamanlar Çakraz adı sanı bilinmez bir köydü. Anneme “Tatil köyü mü şimdi bura” diye sorduğumda “Evet” derdi. Keşke tatil köyleri hep öyle kalsaydı.
          Çakraz kalabalıklaştıkça bizim ailemiz küçüldü. 3 ailenin sığıştığı kuş yuvası eve teker teker gitmeye başladık önce. Sonra dedem “gelemeyecek” oldu.
          14 yaşındaydım etraftaki delikanlıların artık daha başka gözle bakmaya başladığını fark ettiğimde. Nasıl mutluluk verir insana 14'ünde o bakışlar!
          Köpek hep çok olur bizim oralarda. İki köpeğin çiftleşmesinin ne olduğunu anlayabilecek kadar büyüdüğümde artık arkadaşlarla gitmeye başlamıştık o eve. Büyümeyi durdurmak mümkün olmadı anlayacağınız. Bazılarıysa daha çok küçük; köpeğinin üstüne niye başka bir köpeğin çıktığını anlamayan kız gibi mesela. Bazen aklıma gelir de merak ederim; acaba o kız büyüyüp de çiftleşmenin ne olduğunu öğrendiğinde köpeğinin üstüne çıkan diğeri aklına gelecek mi, kafasının karışıklığını çözebilecek mi diye. Unutmuştur belki. Neleri unutmuyor insan.

          -  Enişteee! Hoş geldin!

          Küçüklüğümden beri annemlerle geldiğimizde bir ritüelimiz vardır ama. Annem evi yerleştirir hafiften temizlik yaparken baba kız sahile iner alışveriş yaparız. Değişen şeyse “Allah vere de bu sefer yakalanmasak” lafı.

          -  Hay... Merhaba abi!

          Sesi resmen löp et çıkan, üzerinden buram buram dana kokuları tüten, hayatı et olmuş; kendi et kesilmiş adam. İnsan hiç mi korkmaz et olmaktan? Dedenin miras bıraktığı köyde kök salmış, dükkanın önüne attığı sandalyesi vücudunun şeklini almış bir kasap.

          -   Enişte tartıyorum bir buçuk kilo.
          -   Yok abi naptın, kim yiyecek o kadar eti.

          Ben yerim. Rakı balıklı gecelere çok var daha; sahilde gece yarısı şarkılarına da. Kıpkırmızı sırtı ve dahi yanakları, parça parça sivrisinek ısırığı bacaklarıyla; küçücük bir çocuğum ben daha. O zamanlar oyun taşları şıngır, bütün gazeteler ekti. Yine aynı dalga, aynı simit, yine öğle uykusu! Değişen hiçbir şey yoktu daha.

          -   Enişteee! Hoş geldin!



































































































































3 Ocak 2014 Cuma

Durup dururken sağda solda Lenin heykelleri gördüğümü zannediyorum.
Hayret.