16 Kasım 2010 Salı

bizde garlarda çok deli pis işler döndüğünden dolayı fotoğraf çekilmesi yasakmış. nerede yayınlanacağı bilinmezmiş mazallah kirli çamaşırlar ortaya dökülürmüş.
biraz yamuk mu çekmişim ne?..

13 Kasım 2010 Cumartesi

gecenin şarkısı görkemden. hani yolcu ve kamyoncuların takıldığı amerikan barları vardır ya filmlerde, her tarafı toz toprak içinde. mutlaka bir kadın garsonu vardır oraların, bütün şoförleri de tanır o kadın. "öyle bir barda bira içsem, o sırada sen içeri girsen ve müzik kutusuna 1 dolar atıp bu şarkıyı çalsan. ben dans etsem." dedim görkeme. üzerimde yüksek bel kot pantolonum ve göbeğimi açıkta bırakan bol bi gömleğim olsa.
yaşamak istediğim o kadar çok an varki. ama hepsi "an"lar, iki harf kadar kısalar.

thelma & louise'in de etkisi vardı bunda. güzel filmdi. yol filmlerini seviyorum. ve müziklerini. ve yolculukları.

- Sanırım biraz delirdim, ne dersin?
- hayır, sen her zaman deliydin. bu, kendini ifade etmek için eline geçen ilk fırsat.

insan, içindeki ruhu ortaya çıkarmak için hep doğru anı ya da kendisine eşlik edecek birini arıyor. ve arayanın sadece ben olmadığımı biliyorum. canımı sıkan da bu. hepimizin durumu aynıyken hiç kimsenin bir şey yapmaması.

bi dünya diliyorum -çocuğun duası tutar diye-. bir dünya, insanların hayalleri uğruna öldüğü ve bunu gerçekleştirmeye çabalayan korsanların olduğu.
ama o insanların yaşamasını. sadece gerekirse gözlerini karartabilmelerini diliyorum.
son olarak. içimdeki güzel bi yerde güzel müzik dinleyip, bir iki kadeh bir şey içip konuşma gülüşme isteği dayanılmaz boyutlarda. dışarı çıkalım lan.

12 Kasım 2010 Cuma

içimdeki kahve aşkı silinemeyecek kadar derinlere işlemiş ve çay da kraliçeliğini kimselere bırakmamaya kararlı olsada söyleyebilirmki, yasemin çayı mükemmel. hele içine bikaç tane de karanfil atarsan demlenirken, ımm...

üniversite hayatımın tatilden tatile mutlu geri kalan tüm zamanlarda da tatil özlemiyle geçeceği resmileşti sanırım. bıkkınım ve böyle birşey ilk defa başıma geliyor, onunla nasıl baş edilir bilmiyorum. öğrenmedimki ben. ama şuda varki bugün yüzmilyonuncu kez bıkkınlığımı dile getirirken sıkkınlıklar bastı. ben bile dinlemek istemiyorum artık, çekilmez adamlığımı* içime gömüyorum.

eve erken gelip the sixth sense'i seyrettim. finali dışında bi aman amanlığı yoktu. ki finali de öyle 'yareppim!' dedirtecek derecede etkileyici değildi. beklenmedikti sade.

gözlükleri sevdim ama.

9 tane filmim var, tatil boyunca her gün için bir tane. ve iki mekan seçtim kendime, iki günlük. bide hediye verme isteğimden gaz alarak tişört tasarım işini araştırdım bugün biraz. bir iki bir şey buldum bakalım.

mükemmel ingilizce hocamın mükemmel blogundan aldığım tarifi geliştirip mükemmel üstü harikulade bi makarna yaptım. o kadar güzel olduki nasıl becerdim lan dedim kendime.

ve yıllarca filmlerin, öykülerin, hayallerin siyah cadısı olmak insanda kaynayan her kazana bi parça ot serpiştirme huyu kazandırıyor. biraz baharat. biberiye, defne, birazda sarımsak...

*nazım hikmet//

8 Kasım 2010 Pazartesi

film mi daha çok gönlümde yoksa şarkı mı bilmiyorum. genco erkal'dan da olabilir, onunla ilişkimizi sonunda marx'ın dönüşünde geliştireceğiz gerçi. bildiğim tek şey, taa alice'ten bu yana ilk defa sinemaya gidesim olduğu. evet.

yeni tanıştığım insanlara özel bir durum değil bu. yeni olan her şeyi ilk anda çok seviyorum. tanıyana kadar korkunç bir önyargıyla kıvranıyorum, tanıdıktan sonra ilk anda delicesine sevip sonra insanı boyutlara indiriyorum. onu da sevdim.var olan tüm yeni insanları da sevdim. münazarayı da sevdim. ve bugün bir kez daha tescillendi ki ben bir muhalefetim. minik, heyecanlı, gerçekçi argümanlı ama öküz bir muhalefet.

bir de mantıklıyım. yani. ehem. ımm. şey. doğru olanın ne olduğunu biliyorum. biliyoruz. yanlış dualara avuç açmayı bırakmalıyız. desem de inanma, biz saplantılı küçük kadınlarız.

not: aylardan sonra ilk defa uzun uzun kitap okudum ben bugün: mezarlarınıza tüküreceğim.

7 Kasım 2010 Pazar

(bak burda şarkı var dinlesene)
otobüsle ilgili hayallerim vardır, küstüm bilir bunu. bide bilirse belki oğuz bilir. ve bugün ben ilk defa bir otobüste biriyle tanıştım. adını bilmiyorum, telefonunu nelerden hoşlandığını hiçbirini. rengi siyah ama, bir onu biliyorum. birde bir sonraki karşılaşmamızda onu öpeceğimi. söz verdim çünkü.

sercanla hayallerden konuştuk bugün.

- korsan olup tayfamla beraber tüm çocukları güldürmek istiyorum!

hayalin kime ait olduğunu söylemem lüzumsuz herhalde.

arka fonda besame mucho çalarken bir şömine başında sıra bana geldiğinde söylemek isterdim hayalimi. ben dünyayı güzelleştirmek istiyorum. güzel bir dünyada yaşamak değil, olan dünyayı güzelleştirmek. batuhanın yaptığı gibi mesela, bir şeyler değişsin diye uğraşmak.

oğuz, biliyorumki sen burdasın, yanımdasın. hak vermesen bile anlarsın. her şeye rağmen sen benim yarımsın, canımsın. o okulda kendimi yalıtılmış gibi hissediyorum. dünya orası değil, ben dünyayı gördüm. kendimi oraya kapatmak kandırmak değil mi? peki niye onun yerine dünyayı o hale getirmeye çalışmıyoruz? hani o en sevdiğin filmdeki gibi, niye savaşmak yerine bizdeki bize yeter diyoruz? sıkıldım herkesin sadece konuşmasından, hiçbir şey yapmamasından. ki bu aslında bi özeleştiri.

tek başına olsa alfredo da vazgeçer miydi? oda başlamak için kendisiyle aynı hayali taşıyan birilerini aradı. hayallerimi paylaşmaya ihtiyacım var. ve sana uzun uzun yazmaya. kendine bir kahve doldurup okusan ya?