1 Nisan 2016 Cuma

Peki şarkıları n'apalım, götümüze mi sokalım?



'Einmal ist keinmal' diyor Tomas kendi kendine. Belki “Bir kereden bir şey olmaz.” şeklinde basitçe, “İlk elin günahı olmaz.” diyerek sevimlice çevirebilirlerdi özdeyişi. Ancak yeri, adam sendeciliğin hiç mi hiç yeri değil.

Nietzsche'nin bengi dönüş kavramının yetkinliği, Kundera'nın ne kadarını damıttığı, Tomas'a ise damıtılanın ne derece giydirildiği tartışılabilir elbet; ama bu üç kafanın bir araya gelip ortaya çıkardığı şey, bir kere yaşananın aslında hiç yaşanmamış sayıldığı. Deneylerin tekrarlanıp durduğu laboratuvarların aksine yaşadığımız her şey sonsuz ihtimalin arasından seçilmiş tek bir şey ve geriye dönüp diğer ihtimalleri deneyemeyeceğimizden doğruluğu yahut yanlışlığı üzerine tartışamayız. Sonra oturuyor ve hafiflikle ağırlık üzerine kafa yoruyor bu üç adam. 'Einmal ist keinmal'ın hafifliği vurgulayan örüntüsüyle bu düşüncenin akla sadece ağırlığın ardından gelmesi pek çelişkili. Öhöm, varolmanın çelişkisi diyebiliriz belki de.

(dilim dolanıyor, hoşlanmıyorum.)

Ama bir yandan da geçmiş dönüldüğü her keresinde görkemini ve yoğunluğunu kaybediyor olmalı. Bunu da bir kenara not etmeli. Şu anda bile içinin boşaldığını hissediyorum bir şeylerin, gerçi içinin boşalması iyi mi kötü mü onu da tahayyül edemiyorum.

Bu arada şarkıları, filmleri, tanışılanları görmezden geliyorum. Yaşanan nasıl bir şeyse artık, kendisi karşılığında kalan her şeyden vazgeçmeyi gerektiriyor. Bütün günlerim internetsiz, son bir yılımı süslemiş makinesiz, sadece bayat filmler ve hatırlama uğraşlarıyla geçecek. Kafamda mecazi olarak "Bir sabah uyandım." şeklinde başlayan bir cümle ve gerçek olarak da belime uzanan saçlarla. 

Ve sanırım hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştım hayatta.