25 Temmuz 2014 Cuma

şimdi.

ben de onu gaip arabeskle tanıdım. yıllardır last.fm de açamıyorum zira dns ayarı değiştirmeyi öğrenmeye ölesiye üşeniyorum.
ancak tek şarkı üzerinden bile yoruma yüreğimi kaptırır, parmağımı basar, imzamı atarım. böylesine benden olmak.

sonra.

çok uzun zamandır günlerim, gecelerim güzellikleri salt dışarıdan görerek mutlu olmakla geçiyor. özenerek, ama içinde kıskançlık olmayan bir özenme; çoğalma diyebiliriz buna. başkalarının güzellikleriyle çoğalma (zira başkasının hikayesi beni vurduğu anda benim bir parçam olur.). bunun birilerine benzemeye çalışmakla alakası yok hayır, başkalarını severek kendimi de seviyorum.

bir günlüğüm var; hislerimin, fotoğraflarımın, yazılarımın, sevgimin fragmanı adeta. belki onun yüzünden burayı boşlamaya başladım, sonra kendime döndüm iyice; onu da boşladım.
ve geçtiğimiz bir aya bakıyorum (2 değil gerçekten, sadece 1 aya), yok! yaşımı soranlara "22 yıl 3 aylığım" değil de "22 yıl 2 aylığım" diyebilirim, geçtiğimiz bir ay o derecede yok. kendinden geçip, başka bir şeye de varamayıp, hiçlikten ibaret olma ayıydı geçtiğimiz bir ay.
bu halden nefret ediyorum.

hani?

size günlüğüm, günlüğüme de "kafamı dinleyemiyorum." dedim birkaç ay önce. "kafamı gösterebilsem birine, öyle karışık ki, öyle çok ses çıkıyor ki hep bir ağızdan, hep tartışan...
kafamı, kafamın içindeki sesler yüzünden dinleyemiyorum."
şimdiyse bütün sesler sustu, bütün gözler dikildi bana; bekliyorlar ne yapacağım diye.
ait olma hissini kaldıramıyorum bu ara; herhangi birine, aileme, yere. sadece bir haftalığına yıkıldı bu his ancak bu bile öylesine -ölesiye- iyileştirme kürü. bu halin devamlılığı için atılan adımlar mehter marşıyla ritmlenmemeli.

puf (uf da diyebiliriz.)

irem sözen"i alırım içime, öyle güzel bir kadın ki...
her hatırlayışta zihin yeniden kurguluyor; bazı hatıraları yok etmeyi seçiyor daha en başında, bazılarını baştan şekillendiriyor, bazılarınaysa yeni anlamlar kazandırıyor.
anların diğer söz sahiplerinden bağımsız olarak.

geçen konuşuyorduk, her gün onlarca fotoğrafçı inceliyoruz anlama çabasıyla, diğer güzelliklerden beslenme uğraşıyla.
ama başkalarının işlerini incelemek bir nevi porno seyretmekse irem'in recall'ı benim için aşık olduğun adamla seviştiğini düşünmek. bazen elime alıyorum sadece, içini bile açmıyorum; yetiyor.

kara, kendi halinde, çift taraflı bir kapağı var bu kitabın; kapalı bir kutu gibi, içinin hissini, çok yoğun -ama yine kendi halinde- pekiştiriyor.
biriyle ayrılırsın, ondan kalan eşyaları görmeye dayanamazsın ama atmaya yahut geri vermeye de kıyamazsın. hepsini bir kutuya doldurur gözünün görmeyeceği bir yere kaldırırsın.
orada olduğunu unutman imkansız, lakin görmezden gelirsin. anılarla olan rabıtayı bir anda koparıp salt kötülüklerden ibaret kalmak kolay değil çünkü.
sonra aynı süreç baştan şekillenir, sonra yeni baştan, yeni baştan.
ingilizler buna "herkesin yanında taşıdığı bir bavulu vardır." diyor.
o, "evde saklanan bir devden herkes haberdar olsun istiyorum." diyor.
kitabına bu hissi böyle sezdirmeden taşıması irem'in aklının naifliğini bir kere daha ortaya koyuyor.

sonsöz.

içimde sıkışıp kalmış tek bir anının özlemi var ve bunu kime söylesem yanlış anlar.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

ve ingilizcesi gittikçe iyileşiyordu.

2 yılın getirisi okunan sayfalarca makale, hafiften yurt dışı seyahatleri ve pıtı pıtı yabancı arkadaşlar derken gelişiveriyor işte. fark etmiyorsun süreç sırasında, bir gün bir şarkıyı sırf sözlerinden kelli 40 defa döndüre döndüre dinlerken anlıyorsun; ana dilin değil ama duyguların evrenselliği seni çember dışında bırakmıyor artık.

dünya tatlısı bir hocam var. ona baktığımda kendi elli yaşımdaki halimi görüyorum sanki; hem fiziksel hem kültürel. kültürel politikalar dönüp dolaşıp patriarkiye dayanıyor ağzında. ağzından damlayan balları alıp tatlı kavanozlarında saklıyorum; zira ben bal-reçel sevmem.

feminist teori demiştik, işin bir de diğer tarafı var; feminist teoride kadının duruşunu kritik eden (bunun üzerine biraz okumalıyım, her yere not düşmeye karar verdim.). kadının gardının düşüklüğü dediğimizde aklıma gelen ilk şey aşk oluyor (eğitim olmalıydı halbuki.).

aşk pek ilginç duygu, teorilerde bu kadar az yer verilmesi sonsuz bir gariplikler silsilesi.
duyguları evrenselleştiriyor, kültürleri yok ediyor, kadını/erkeği tamamen standardize ediyor. bir süre sonra da kendisi standartlaşıyor. ingilizce öğrenmedeki gibi aslında; süreci fark etmiyorsun da bir gün bir şarkıyı sırf sözlerinden kelli 40 defa döndüre döndüre dinlerken anlıyorsun; artık standartsın.

şarkı mı?