30 Eylül 2010 Perşembe

kızgınım.
hemde bu sefer o kadar kızgınım ki kendimden gayrı kimseleri yakamıyorum, kendime dönük kızgınlığım. o kadarki bugün "gıvruşuuuum" nidasıyla tam sarılacakken durup "ama sen iyi değilsin" diyen bir küstüm bile yoktu. sen bile fark etmediysen, ortada ciddi bi sinir harabı vardır.
şu anda, bu kızgınlığı eritebilecek, bir şeylere ilgi duymamı sağlayabilecek, elimi tutmasına izin vereceğim tek biri var. küstüm değil, o"nlar da değil. omzuna yaslansam uyuyacağımı bilsem de, kırmızı, sen bile değilsin.
önümüzdeki 22 saat hızla geçse de fazlı hocaya gelse sıra bi, çünkü kabul etmenin sorumluluğunu kaldırmak istemesem de ömrümü o objektifin arkasında geçirmek isterim ben bi.


fotoğrafta yazılara yer vermek gerçek bir cesaret işiymiş. suits topcoats 9. evet en dikkat çeken sensin doğru, ama cesaretin yanında gözde varsa niye olmasın?

bu kadın, new york fotoğrafçısı olarak tanınırmış. new york hayranı! el salla!

24 Eylül 2010 Cuma

çocuk.

17 Eylül 2010 Cuma

annenin alıştırmak amaçlı götürdüğü sanayide malzemenin üstündeki naylon koruyucunun baloncuklarını patlatarak eğlenmek.
malzeme mühendisi?!

13 Eylül 2010 Pazartesi

kavga etmek yerine susmam, sadece ilk cümlesizlikten kaynaklanıyor.oysa sorsan ve kavga etsek bitecek. sakinsem, bir şeylerin tamamen bittiğini düşündüğümdendir ve bunu söylemiyorsam bitişin ağırlığını sırtlanmak istemiyorum. mutlu değilsem, adını koyamadığımız ayrılığı geride bırakamadığımdan, taşımak zorunda kaldığımdandır. oysa sorsan, sakin davranmak yerine kavga edeceğiz ve o sırada birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu farkedeceğiz. sorsan belki, sen de belirsizliğimden kurtulacaksın. sor be adam!

11 Eylül 2010 Cumartesi


can sıkıntısının dibine vurmuşken bari işe yarar bir şeyler yapayım diye kitaplığı düzenledim; bulduğum, unuttuğum o eski kitap; kanat güner'in eroin güncesi. 13 yaşındaydım onu okuduğum zaman.

Her şeyden önce çizdiği kadın profiliydi beni etkileyen. aslında hepimiz öyleyiz; bu yüzden yalnızız ya... Kadın, kendini cinsiyetsiz düşünür, 3. bir cinsiyetmiş gibi. dışarıdan bi yerlerden bakar; gözüne erkek güçlü, kalan kadınlar da ezilmiş-daha doğrusu ezik- görünür. bundandır küçümsenmemizde; önce biz küçümsüyoruz kendimizi. daha doğrusu kadınları, kendimizi değil . kadın kadını sevmez hiç, dile getirmez sade. ama o bunu dile getirmiş. gerçi her iki cinse de ayırmadan nefretini kusuyor ama satır araları kadın olmanın utancıyla bağırıyor yinede.

evet 13 yaşındaydım onu okuduğum zaman, o zaman daha çok etkilenmiştim bu doğru. bunun nedeni belki de sonuna inanmamdı. sonu yine aynı gerçi. bir yıl daha geç sade. kanat güner, 17 yaşında cerrahpaşa tıp fakültesini kazanıp istanbul'a gelmiş gelince de tokat üstüne tokat yemiş ve 28 yaşında da yüksek dozdan bir tuvalette ölü bulunmuş. Ailesi hayata tutunabilsin diye yazsın istemişler, belki yazarsa içindeki nefret biter diye.

"Hepimiz görünürde iyi aile çocuklarıydık ama gerçekte bizi çıkmaza sokan bu iyi ailelerimizdi. toplum normlarına uygun çocuk yetiştirmeyi reddedip, bize bazı özgürlükler tanımışlardı. biz ise bu özgürlükleri toplumda kullanamıyor, düşündükçe kendimizi farklı hissediyorduk."

sorunun nedeni bu. toplumun üstünde aile. bir arkadaş anlatmıştı. ailesi nerede bilmiyorum ama üniversite için geldi, yalnız yaşıyor ankarada. evine sevgilisi çok girip çıkmaya başlayınca ev sahibi ailesine haber vermiş, babası ev sahibine kızmış 'sana ne benim evime giren çıkandan' diye. evet güvenen, kızını özgür bırakan bir babası var, şanslı bu konuda. 'şanslısın' deyince 'o kadar da değil' demişti. sonuç olarak artık evine girene çıkana çok dikkat ediyor, elalem ne der kaygısında. elalem ne der? elaleme ne demesi çok kolay geliyor kulağa ama denilmiyor işte. ne yaparsan yap sen o toplumdan ayrı düşünemiyorsun kendini. hele bir de kadınsan orospuluktan bir farkı yok özgürlüğünün.

onun derdi de özellikle buydu bence. sevgisizlikten önce, terk edememek. allah kahretsinki, terk edememek.

"Küçükken, aslında bir prenses olduğumu, kral babamın iyi yetişmem için bana kocaman bir oyun oynadığını, çevremdeki herkesin oyuncu, her şeyin dekor olduğunu, sıradan bir insan gibi yetişirsem daha akıllı bir prenses olacağımı düşündükleri için bu saçma sapan şeyleri bana yaşattıklarını hayal ederdim. Değilmiş, hala kimse gelip beni sarayıma götürmedi."

evet, küçükken sonundan etkilenmiştim. şimdi ise ortasından. kendisinden; kurtulmak istediği zekasından, güzelliğinden, incecik bilincinden.

"Hayal kurmak, çamaşır suyu içmek kadar zor!"

1 Eylül 2010 Çarşamba

B.'nin 1 eylülde günlüğüne yazdığını, tamda bugün okumam tesadüftü sadece.


"Eylül. 1
Plajda uzanmış konuşuyorduk. Ona en sevdiği ressamı sordum.
- Van Gogh, dedi.
- Neden?
- Kulağını kesebilmiş; sol kulağını. Bunu yapan ilk adam o.
Sustu. Az sonra değişik bir sesle,
- Ama o bile eksik adamdı. Tımarhanedeyken yaptığı kendi portresinde insanlara yüzünün kulaksız yönünü gösteremedi. Tam adam yok!"
Tek istediğim tatil bitmeden yaz bitmeden bir kez daha o denize girebilmekti. Ve tabi 35 numara eşantiyon boy ayaklarımın kumlarda gezinmekten yanması.