26 Ağustos 2010 Perşembe

karpuz olduğum konusundaki düşüncem değişmese de, en azından içimin geçtiği yönündeki katı inancım yumuşadı biraz bugün. küstüm, sana teşekkür etmeliyim öncelikle ve yarın o küçük, 2-3 kiloluk karpuzlardan almalıyız belki de ikimizin hatırına.
bütün gün bilgisayar başında ama son bir aydır bu koltukta oturduğum tüm anların toplamından daha dolu dolu.

odtüye başlayınca,
İlk çalınacak kapı amatör fotoğrafçılık olacak. sonra aylar öncesinden söz verdiği gibi gülayça elimden tutup tin tin tangoya yazdıracak beni. hatunum! 3. sırada ani çıkışıyla beraber müzikal topluluğu. ozan sağolsun! sosyalist düşünce topluluğu, her ne kadar sitesi bir türlü açılamasa da. site konusunda ondan daha boktan olsan da kitap topluluğu, yerim seni! edebiyat; acilen açılman gerekiyor şekerim. sinema topluluğu, seni nerelere koysam bilemedim. son olarak ta şu var. Ona bakılsın istedim neden bilmiyorum.

akordeonun klavye kısmı harikulade gitsede, bass kısmına da gereken özen gösterilmeli sanki.

günün kazancı; yekta kopan!

"Ankara'da bir parkta kitap okuyor olsam ve sen sessizce yanaşıp "yine deniz kokusu getirdim sana," desen. ben denizi sadece öyle sevsem"

Her şeye önyargılı yaklaşan bünyem, bir anda kabullendi onu. her zaman varmışçasına.

Bu fotoğraf, 1969 yılında Henri Cartier-Bresson tarafından Paris'in Diderot Bulvarı adlı caddesinde çekilmiş. Okuduğuma göre zamanla ideolojik bir anlam kazanmış ve bu öpüşme 68 kuşağının simgesi haline gelmiş.
"mutlu aşk yoktur" tadındaki tüm cümlelerimi toplayıp çöpe attım, açılan yere yığınla aptal gülümseme ve düşünememezlik tıkıştırdım. mutlu aşk var evet, cıvıldayan bir ses tonu yalan değil. Hele dünyaya umarsız birilerini daha görünce insan, mutlu oluyor.

Demiş ki EmreKaracaoğlu bu fotoğraf hakkında;
"...Aşk artık kan ve gözyaşı ile yoğurulan bir imge olmaktan çıkmıştır. İnsanlar onu yaşamak istiyorlar. Hayatın bir "olanaksız"ı saymaktan yana değiller aşkı. Diderot Bulvarı'nda öpüşen o çiftin aklından geçenler de, sanırım, buydu...."

Henri Cartier-Bresson 2004'te hayata gözlerini yummuş bu arada.


günün şarkısı da sen olmalısın, just like a woman. ve küstüm, bu kısım da sana; dinledin mi bilmiyorum ama charlotte da söylüyor bunu.

bir an önce eylül gelmeli, despicable me seyredilmeli.

"to take over the world
you need an army
of ruthless
menacing
minions!"

gördüğüm her şapşal yaratığa aşık olmaktan bıktım mı, hayır. seni bir ömür seyredip her seferinde gülüşünü taklit ederim ben, söz

16 Ağustos 2010 Pazartesi

sorun şu ki ben oblomov'u özledim. tutunamayanlar'ı, onca yoksulluk varken'i, toza sor'u,kedi mektupları'nı.sonra arizona dream'i , persona'yı, big fish'i, the fall'ı...
değişimden niye bu kadar çekiniyorsun diyor. aynı insanlarla aynı ortama gidiyorsun. odtü bi yenilik değil. aynı mekanlara gidiyorsun. sırf 3 yıl önceki bir olay yüzünden uykusuzu bile denemiyorsun. tek bir adama aşık oldun vazgeçemedin. tek bir memlekete bağlandın dışarıda ne var düşünmüyorsun bile. kaçırdığın hayatların yükünü taşımamak için hiç düşünmüyorsun.
insanlar büyüdükçe hayalleri küçülür mü baba?

14 Ağustos 2010 Cumartesi

noktadan sonra gelen "ve", şahıdır ve'lerin.

13 Ağustos 2010 Cuma

zaman geçsin diye seyredilen gossip girl, yapılan dedikodu. heyecanın doruğa doğru koştura koştura ulaşması ve bir anda son! beklenen final.
gitmeye uğraşılan ve bir türlü gidilemeyen sinema. ve, ya koparsak korkusu dile getirilemeyen. 4 yıl yanı başımda olduktan sonra tamamen çekip gidersen çocuk; tanıdık yüzler, ortak mekanlar hızla eriyip yok olursa. ve konuştuğumuz konular azalacak git gide, kopmayı beceremeyeceğiz, direneceğiz biliyorum. ama o ip gözümüzün önünde git gide incelirken... ve sen bilirsinki benim tahammülüm yoktur kavgalara. ya git dersem sana? gider misin cidden? korkuyorum.

kıvruşuk kahkahalar sonra. aşırı cilveli uyanıştan kafası güzel halim ve beni idare etmeye çalışan bir fidan.

- güneş! bu biir daire. peki başka neler dairedir?
- top bi dairedir. aydede bi dairedir.bardak altlığı dairedir!
- uçan ayı!

hep benle 5 yaşıma dönecek misin? hep oynayacak mısın benle hatun...

"kağnım aç. haydi tiger bal bulalım! boing boing boing."

sensiz gidilen odtü olmaz olsun.

ve bir babanın bölümü sevdirmek için ettiği her lakırdının bölüme olan azıcık sevgiyi de hızla yok etmekten başka bir işe yaramaması.

"bak şimdi, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliği ne? alet kullanabilmesi. ilk insanların kullandığı ilk alet neydi? hayvanlara atılan taş! onunda yumuşağı vardır, ağırı vardır şu vardır bu vardır..........lan nerden girdim ben bu konuya? hah ilk mühendislerde metalurjici sözün özü."

ama şu güzel:
"bak benimde bir arkadaşım vardı. ingilizcede aynı kurda başladık zor dedi alt kura indi. makineye beraber başladık zor siyasetle uğraşacağım ben dedi metalurjiye geçiş yaptı. sende siyasetle uğraş. eylemlere giderken saçına çiçek takarsın hep çiçekli devrimci derler sana. ben sana çiçek de alırım,söz." seviyorum babam seni.

ve anlaşılacağı üzere de odtü metalurji. beklemekte beni.
ama sen beni bırakma olur mu çocuk?.. belli etmesem de beceremem sensiz.

10 Ağustos 2010 Salı






daha güzel yerleştirmeyi beceremedim, olsun.çavlan olmasa çok daha da kötüydü halim.bikaç hafta önce keşfettiğim rooze; daha sadece 23 yaşında ve insanın kıskançlıkla tapınma arasında gidip gelmesine neden olacak kadar yetenekli kız. meraklı kız. güzel kız. ve sevgili küstüm, aslını istersen sırf sen göresin diye.

"No words, no thoughts, just be.

Mirjan."

http://mirjanrooze.com/