12 Eylül 2011 Pazartesi

ben birine gülümseyip teşekkür ettiğimde karşımdakinin de bana gülümsemesini istiyorum. gitmek istersem de bi bundan.
bu resmi size seçtim. öyle.

30 Ağustos 2011 Salı

taslaklarımda kayıtlı o kadar çok yazı varmış ve o yazılar aslında o kadar güzel anılarmış ki şaştım kaldım. sonunu getirmemişim, sonunu getiremedikçe bırakmışım bıraktıkça eskimişler ve ben eskileri hep yeniye yeğ tutmuşum.
üzerine oturdum düşündüm ve varolmanın dayanılmaz hafifliğine bi şans daha verdim. eskiden ne kadar sevmedimse şimdi o kadar çok, ama çok sevdim. kunderanın her bi karakterine bu kadar özen göstermesini çok sevdim. her biri yaşamadığı kendi hayatıymış gibi. hiç birinden de vazgeçemeden, iltimas da geçmeden. benim en çok yaşadığımsa, ilerisi için kendime biçtiğim yola en çok benzeyen sabinaydı. "ve birden yitik bi anın peşinden geçirdiği yıllara şaşırdı kaldı", ya da ona benzer bir şey hatırlamıyorum. ve o an. her şeyi hayatından çıkarmaya o kadar meyilli bir kadının bir anın peşinde yıllarca o şapkayı taşıması. o şapka için daha nice değerli eşyasından vazgeçmesi ve bununla içten içe gururlanması. hayatımda hiç kimseyi benimsemediğim kadar benimsedim belki de o kadını.

bugün bu şarkıyı dinlerken, 2.10 dolaylarında bir yerde bilgisayarım kilitlendi. ondan beri yüksek sesle dinlemeye ürküyorum adamı.

hayatımda olmasın istediğim insanlar var,bir de mümkün olsa da bir şekilde; başka bir formla, başka gerekçelerle tekrar girsin istediklerim. aşırı çabuk yeşeren umutçuklarım kırılmadan, kırmadan anlamalı anlaşmalı bir ara sıra dostluğu istiyor. umut yeşertmeye bile izin vermeyecek kadar özensiz kelimelerse canımı çok yakıyor. smileylere dargınım.



hayatımın en saçma gecelerinden birine saygı sunuyorum.

24 Haziran 2011 Cuma

hayatım 'şimdiki aklım olsa' dediğim şeylerle dolup taşıyor. ne cici.

15 Haziran 2011 Çarşamba


yirim!

22 Mayıs 2011 Pazar

Yalnızlığa katlanamayan birisinin
Tanrı'yı kıskanmaya yeltenmesi
affedilmez bir budalalık
değil mi sence?

17 Mayıs 2011 Salı

le chat noir

8 Mayıs 2011 Pazar

"Parayla saadet olmaz diyen kişi nereden alışveriş yapacağını bilmiyordur." - Blair Waldorf

diye bi status gördüm facebookta. insan birgün içinde aşağı yukarı bir aylık harçlığına denk bi miktar para harcayında değişik bir hissiyat içine giriyor hakikaten. doğru kelime saadet mi emin olamadım ama.
okulu tümden değiştirip istanbul'a galatasay üniversitesine başladığım, bitirince master için fransaya gittiğim, fransız bir sınıf öğretmenine 24yıllık hayat hikayemi anlattığım,aşık olduğum,seçim yapma zamanı geldiğinde onunla kalmayı seçmeyip benim ideallerim var diyerek türkiyeye döndüğüm,kötünün iyisi istediğime yakın bi iş bulduğum,ikisi ilgi çekmeyen üçüncüsü de fazla sert kaçan 3 belgesel yaptığım,hala insanlarla konuşurken 'bitse de gitsek' mantığıyla baktığım,en yakınımdaki iki insanın birinin evlendiği diğerinin kayıplara karıştığı,saatlerce yürüyecek,yürürken saatlerce saçma salak konuşmamı dinleyecek kimseyi bulamadığım,hep geç kaldığım,yatağımla yaklaşık aynı genişlik ve rahatlıktaki şarap lekeleriyle desenlenmiş kanepemde uyuyakalıp durduğum muhtemel bir gelecek planlaması yapıyordumki kendime,'iyi fikir' dedi murat sinemaya.

ikimiz de beğenmemeye meyilli adamlarız. ikimizde beğendik ama.
solino'yu seyreden etmiştir, etmeyen de otursun seyretsin bir an önce. gigi'nin ada'ya duvarın rengini sorduğu sahne güzeldir bence. hani bazen gözünüzün önündekini farketmezsiniz. sürekli dinlediğiniz bi şarkının içinde geçen mükemmel bi sözü cımbızlarsınız bi anda,sakarya'da sürekli önünden geçtiğiniz mağazanın mükemmel giysileri olduğunu farkedersiniz birgün. öyle bişey keşfettik muratla bugün kitapçada.


etki bi fotoğrafı dikeyden yataya çevirebiliyor,korkuyorum.

sonra yürüdük. amaçlı ama yanlış rotalı yürüyüşler, doğru rotalı engelli yürüyüşler. tamamen amaçtan sapmış yürüyüşler. babam sağolsun, yürümenin anlamı bambaşkadır. ve biriyle geçirilen günün ardından bacakları ne kadar ağrıyorsa insanın o kadar seviyordur karşısındakini.

30 Mart 2011 Çarşamba

Hiç sevmedim! Bu hikayeyi hiç sevmedim.

15 Mart 2011 Salı


"Yüzükoyun yatırdım bu kez. belkemiğinin küçük küçük kabarcıklar yaparak ensesinden kuyruk sokumuna değin uzanması şaşırtıcı bir güçle etkiledi beni. kadın vücudu ayakta durmak için yapılmış değildir bence; bu kemikler, bu kemik araları, bu inişler, bu çıkışlar, bu aydınlıklar, bu karanlıklar, yürümek gibi bayağı bir amaç için derlenmiş olamaz."
ikimizin de sırt takıntısı var cevdet, birbirimizi kandırmayalım.

4 Şubat 2011 Cuma

şey.
mesela bazen bir şarkı duyuyorum ve onu sana atmayı çok istiyorum.

25 Ocak 2011 Salı

dünden bugünden yarından

aylar sonra ilk başlığım uzun yazı şerefine gelsin.o kadar uzuunki ben kaldıramam, ben kaldıramazsam sizde kaldıramazsınız.karman çorman olmasını başlıkla dengeledim.

oğuz benim yıllardır sıfatlara sığdıramadığım, çekiştirip köşelere sıkıştıramadığım, uzak kalıp vazgeçmiş gibi yapıp beceremediğim insandır. yerini herkes bilir, o yerin her şeye rağmen hiç sarsılmadığını da. ve dün çok uzun zamandan sonra bütün gün birlikteydik. ormancıda kahvaltıyla başlayıp, tunalıda kuşlu, boklu,bol çocuklu gösteriyle ve onlarca fotoğrafla devam edip, kitapçanın patatesli kaşarlı gözlemesiyle ve sonunda oğuzu tavlada yenmesiyle sona eren bi gündü. fotoğrafların devamı bir yerlerde var ve onun insanlığa duyurmakla ilgili sorunlarımı ilk defa gözardı ediyorum.
hayallerden bahsettik sonra. 2yıl sonra amerika yolcusu, exchangele beraber gitme ihtimalimizden söz ettik. 'sen okursun, ben çalışır sana bakarım, benim okul derdim yok' dedim, benim okul derdimin olmaması hala muğlakta sanırım; sadece olabildiğince uzun süre o mühendis sıfatını taşımaktan uzak durasım var.
hayallerini gerçekleştirmek yönünde karar veren ve her şeyi bırakıp istanbula gitmeyi beceren, özenim, özentim, kırmızı geldi sonra bugün. onunla saatlerce kitapça ve arkasından ustalara saygı. cem karacayı bazı yerlerde resmen adamla karıştıracak kadar iyi söyleyen bir tuğrul(isimlerden emin değilim) ve barış mançoyu batıran, batırmakla kalmayıp yerlerde noktalayan mustafa. cem karaca mı barış manço mu sorusu barış mançoda çılgınlar gibi eğlenirizden bizi bitirdin mustafaya döndü malesef.

tuğrul:koca mustafa kemali yedin yine doymadın mı?(alkışlar)
+maşallah savaşa götürür bu adam bu gazla.
-ama mustafa?
+o diskoya bile götüremez.

günün en güzel pozu aa bak yağmur diyen kırmızı olmalıydı, ama birincilik küstüme gitti.
ve yarın, hayatım boyunca taşımak istediğim ünvanla ilgili ilk mesleki adımımı attığım gün olarak hafızama kazınacak; seneye bugün -umarımki- bir yıl oldu diyeceğim gün yarın. o çok sevdiğim adamın asistanı olmak.

18 Ocak 2011 Salı

durup dururken aslında karşımda olmayan insanlarla kavga etmeye başlıyorum. bir lanet pazartesi sabahı görülen 2cevapsız arama mıdır nedeni yoksa bireye duyulan ve tüm bilinci kör eden kıskançlık mıdır bilmiyorum.

11 Ocak 2011 Salı

"is there anybody listen to my story
all about the girl who came to stay"
konser boyunca, kız elini kaldırsında öyle çekeyim diye bekledim, konseri bırakıp kızı seyrettim. deklanşöre basılı olan parmağıma kramp girdi, bir hey jude, bir i wanna hold your hand geçti sahneden yinede kızı seyrettim. ha o el hiç kalkmadı, konserin bi kısmı da piç oldu evet. ama bi konser ancak o kadar güzel olabilirdi. ve itiraf ediyorum küstüm, gitmeyelim demeyi bende düşünmüştüm.

bunalıyorum. ait olamamaktan bunalıyorum. ama bunun hakkında konuşmak istemiyorum.

2 Ocak 2011 Pazar

bugün, kitapçada ben bu fotoğrafı çekmeye uğraşırken, imgeden bir çocuk da benim fotoğrafımı çekmeye uğraşıyordu, güzel bir andı.

1 Ocak 2011 Cumartesi

ben kıskanınca, adeta yaşama enerjim içimden çekiliyor. ne halt edeceğimi bilemiyorum. ve gariptir, olayın üstüne gitmek yerine tamamen elimi eteğimi çekiyorum.
ben kıskanınca midem çok bulanıyor.