18 Ekim 2013 Cuma

28 Ağustos 2013 Çarşamba




İngilizcede "the apple of my eye" diye bir deyim var.
"Gözümün elması". Öyle ferah ki...
Hatta aşıkken belki gözümün elmas"ı diye ikinci bir defa bile çevirebiliriz.
Zira bana baktığında,
Doğanın bulunması, erişilmesi, elde edilmesi en zor
Sevmesi pek doğal taşları gözlerinde yüzüyor.

11 Ağustos 2013 Pazar

mesela...

Biz çıkmaya başladık o su çiçeği oldu.
Sırf bunun için bile sevebilirdim onu.

30 Temmuz 2013 Salı

Belki de herkes kendi hikayesi içine kazınmış doğar da onu hatırlamaya çalışmakla geçer zaman.
Öyle uzun süredir kendimi yalnız, heyecansız bir bulut gibi görüyorum ki hikayeme bulut olmak isteyen bir kadında rastlamak ilk olarak, pek çelişkili mösyö.
Kendine dokunamadan etrafında dolaşıp duruyorum.


*Kohei Yoshiyuki"den olma, benden bozma hatırlatmalar.

4 Şubat 2013 Pazartesi

Diyaloglar kafamın içinde, aklıma geldikçe ya da murat dürttükçe de bir kabuk hikayesinde devam ediyor.

Nur topu gibi bir telefon sapığım var. Telefon ettiğinde -ben de açarsam eğer- ve böyle bir durumda beklenen cümlelerden birini kurduğunda, "erkeklik dediğin sahip olduğun "uzuvlardan" ötesi biliyorsun değil mi. Sesini duyurmaya korkuyorsun da erkekliğinle mi övünüyorsun bana" diye cevap vermeyi düşündüm. Kafamda yazdım, hatta bir anlık gazda sesli bile tekrar ettim.

Sonra erkeklikten ulaşılması gereken bir statüymüşçesine bahsettiğim için kendimden utandım. İnsanın kendi içindeki erkeği yenmesi de zaman alıyor maalesef.

Ha, bir de aradığında telefonu İbo'ya vermem vardı ki, söyleyip durduğumuz eşitliğe dair lakırdıların neresine yerleştirsen yerini yadırgıyor.


*Bir yandan da şu var, her ne kadar bir kabuk hikayesi dediysem ve düşünmeden yazmaya çalıştıysam da birileri tarafından okunacağını bilmek de bir otokontrol sağlıyor bünyede. Yoksa oradaki kelimenin "uzuv" olmadığını hepimiz biliyoruz. 
*maalesefin türkçe karşılığı ne olabilir diye tdk'yı açtım. karşıma maatteessüfü çıkarınca teessüf ettim. 

26 Ocak 2013 Cumartesi


dün salaklık edip hiç fotoğraf çektirmediğimiz için bir kabuk hikayesiyle başladım, napıyım.
hasretler köreleceğine kor oldu canım ipek.

bazen kendi kendime konuşuyorum karşımda biri varmış gibi. gündelik birine gündelik konulardan bahsedip duruyorum. sokakta yürürken kendi kendime gülmem de bundan.
hatta bazen ayarını kaçırıp yol ortasında sesli-hararetli anlatmaya bile başlayabiliyorum.

dün gece de dedikodunun sonu geldiğinde sanki ipek "nasıl buldunuz birbirinizi" diye sordu. ben de dedim ki;
"benim ona aşık olduğum günlerde etrafımızdaki her şey o anı mükemmeleştirmek adına biçim değiştiriyordu sanki. sadece o değil, ben değil; her şey güzelleşiyordu. O kadar ki Tanrının varlığına yahut gündelik işlere karıştığına inanmaya başlayabilirdi insan."



























































































taaa babamın babaannesi dermiş ki hep, sen iyi olursan çevrendekiler de iyi olur.
yıllarca babasının, kocasının, oğlunun yanında sessizliği dokuyan bir yaşlı kadın söz söylediyse, bildiği vardır.
ama bireysel konulardan çıkıp da etrafına bir bakmasın insan; görüyor ki
iyi olursan göze batarsın.
iyi olursan da başkalarına güzel gözlerle bakarsan; paylaşırsan elini, emeğini, hayalini; tehlikeli olursun.
iyi olursan öldürürler. çocuklar bilir bir tek hikayeni.
iyi olursan evlatlarını yiyen düzen seni de yer.
iyi olursan 3 beraatini bir müebbetle telafi ederler.


daha yoğunken de duygularım, dün gece yazmadıysam nedeni güzel gözlü, güzel sözlü o kadındı.

24 Ocak 2013 Perşembe

o kadar sefilsin ki, 
sadece soğuğa ve mutsuzluğa yakışıyorsun.

20 Ocak 2013 Pazar

Hudutları yer-gökle belirlenemeyecek hafızamı zorladığımda; fotoğraf çekmeye ilk bu anda özenmiştim diyebiliyorum.
Kalın dudaklı kadınlar ağladığında çok güzel olurlar ve bu onlar için bilinç altında -yahut üstünde, konuyla alakası yok.- bir övünç kaynağıdır.

Bir yandan da ağlayan bir kadının fotoğrafını çekmek kadar duruma yabancı hiçbir şey olamaz.
En güzeli aslında o kadının hiç ağlamaması yahut bunu sade kendine saklamasıdır.