27 Temmuz 2015 Pazartesi




şimdi.

dedikodu yapmak gibi olmasın ama, bir söylentiye göre Adem'le bizimki sevişirken çıkan bir kavgadan sonra ayrılmaya karar vermişler.
derler ki sevişme esnasında ikisi de üstte olmak isterlermiş. zira üstte olmak sırtını bulutlara, yani tanrıya vermek anlamına gelirken altta olanınsa sırtı toprağa, yani ölüme bakarmış.

bizimki altta olmayı kaldıramazmış.

derken.

hikaye bir yol buluyor. belki bir süre sonra "a-aa! çıkmaz yolmuş" diyeceğim, lakin şimdilik bir yol bulmanın doygunluğuyla keyifler keka.
durmadan yürümek durmanın bir başka biçimi ise nasıl, bir an derin nefes alıp yürümeden durmak da yürümenin başka bir biçimiiiiiiii...........,
(ah, diyorum, nostalji!)

tekrar aynı döngüye döneceğim diye aklım çıkıyor; aynı depresyona girip günlerce yataktan çıkmayacağım diye kopan ödüm tekrar çok mutlu olup mutlu bir ev kadını bönlüğünde sıkışıp kalacağım korkusunun bokuna karışıyor.

sonra.

bilimsel araştırmalara göre 24 yaş insanoğlunun en verimli yaşıymış. zekanın, yaratıcılığın ve konsantrasyonun en yükseklerde seyrettiği zaman olduğu biyolojik bulgularla kanıtlanmış.
en verimli yılımın arifesinde,
olur da birkaç ay daha uzatırım umudu ile,
yeni defterler alıp ilk sayfasına koca koca yazıyorum: LILITH.



(ben çok uzun zamandır seni bekliyorum.)

14 Temmuz 2015 Salı

bir de bizim bıçkın delikanlı bekir diyor hani, "isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle.".
camus bir şekilde tanısa onu, sisifos'la kirilov'un yanı başına koyarmış.
gerçi bizimkinin serinde hala bir erklik mevzubahis; bir de aptal, aşık ve her ikisini de kabul etmiş. az biraz sırıtırdı ama, üçü de kendi derdine odaklanmışken seyreden dışında önemseyen olmazdı. (yanlış anlaşılmasın, önemsenmeyi önemseyen de.)

sözcüklerin acıdan hüzne doğru evrildiği, kızgınlığın kabullenmişlikle yer değiştirdiği...
ve öyle bir nokta ki,
sağ elimle sol göğsüme vurup başımı hafifçe eğerek "kabulümsün" demektir istediğim.
"sen de varlığımızın bir gerçeğisin."

dün biri "balıklar öpsün gözlerinden." dedi, cız ettiren bir teşekkür ibaresi.

birbirimize dair ve birbirimize...,
afiyetle.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Aslında en çok vakit geçirdiğin insan kendinsin, ama en az gördüğün insan da kendinsin.

Demişim ki hep: "Ben buyum ve kendime bakmak beni değiştirmeyecek, kendime savaş açmanın manası yok.".
Halbuki savaş zamanı gelmiş, bir akşam üzeri oturduğumuz sakin balkonda demişiz ki bir gün duvara çarparsan şanslısın, ama ne kadar erken çarparsan da o kadar şanslısın.

Ortalıkta "ağaç" sözcüğü dolaştığında insanlar dönüp bana bakıyorlar artık, bir yerde özel bir ağaç gördüklerinde beni anıyorlar.
Ben ise biriktirmiyorum da ağaçları, atlatamıyorum. Der ki William: "Doğayı yarattığına göre Tanrı iyi olmalı.". Tanrı adına inandığım, umut ettiğim ne varsa yeryüzündeki yansıması: her şeyi gören ancak susan, alçakgönüllü, sabırlı ve kesinlikle bağışlayıcı. Zira biliyor ki yelle gelen eninde sonunda yeni bir yelle birlikte gidiyor.
Tanrılığa özeniyorum. (bi' bu kalmıştı, dimi?)

Histeri krizinden kurtulabilmek, sakinleşip uyuyabilmek için içenler kadar içinde birikeni iyice yoğunlaştırıp kusarak kurtulmak isteyenler de var. Daha fazla düşünmeyi engellemek adına beynimin fişini çekmeyi dileyerek, ulaşabildiğim tüm ışıkları ve sesleri yok edip tortop uyumaya çalıştığım sarhoş geceler oldu, tam tersine saldırabilmek ve ardından, ardına saklanabileceğim bir bahane yaratabilmek adına sarhoşluklar da. Hiç uçlarda yaşamadım ama uca kadar gidip geri döndüğüm kaçamaklar var.

Şimdiyse dünyadaki bütün sesler ve ışıklar olması gereken yerde; mutluluk ve mutsuzluk dahi köşeleri fazla keskin sözcükler. Ve istediğim tek şey, küçük dağlara bulaşmadan minik çakıl taşları biriktirmek bu ara. Avuçlarımın aldığı kadarıyla yetinmek, oburca saldırmamak ve sadece kendime kadar yaratmak ne ise içimi ferahlatacak.

Böyle bir sürecin başlangıcında, umudum, afiyetle...

(bu yazı da duvara çarptırana. unutuveriyor ama, o iyi ki var.)

5 Temmuz 2015 Pazar

selam oza!