27 Aralık 2010 Pazartesi

cennetin kapısı böyle bir şey olsa gerek.
şey, ben bugün eğlendim biraz evde tek başıma.





25 Aralık 2010 Cumartesi

Havada gülücükler vardı. evet küstüm o an için söylenebilecek en güzel şey oydu ve ne zaman aklıma gelirse bi küçük gülümsemecik daha sıyrılıp dudaklarımdan onların arasına karışacak. balon gibi mesela. ve kütüphaneden çıkmış yürürken aklımda tek bir düşünce vardı: uçabilmek için ayakların olması gerekmez. aslında hiçbir şey gerekmez. çünkü benim balonlarım var. ve bir şarkı gelip takıldı o ana. nereden geldi, niye geldi bilinmez. saçma belki ama bende şu an saçma saçma gülümsemek istiyorum.
what a wonderful world

soru şu: bir filmden ne beklersin?
aslında cevabı daha önceden kitap için verilmişti. kitap okuyorum çünkü başka hayatlara ihtiyacım var. film seyrediyorum çünkü elimde seçeneklerle de gittikçe sınırlanan, sınırlanmaktan başka bir şansı olmayan tek bir hayat var. ve bu ikisi sana başka birkaç hayat daha görme, becerebilirsen içine girme ve birkaç hayat daha yaşayabilme şansını veriyor.(resmi düşündüm burada, kaçınılmaz olarak da fotoğrafı. onlar bir anlar sadece ve ben en çok başı sonu olmayan anları severim aslında)

insanlar istiyorlarki o içine girdikleri hayat atlamalı zıplamalı, süprizli geçsin.bir de en büyük aşk orada olsun.çünkü onların hiçbiri bizim hayatımızda yok, muhtemelen de olmayacak. bir film ne kadar heyecanlı olursa o kadar izlenesi (yaşanası) oluyor. ama nuri bilge ceylan farklı yahu. o adamın bu kadar hayatın içinden, bu kadar sıradan olmasını sevdim ben en çok. 'neyse kendini geliştiriyor' diyenlere inat en çok da kasabayı. dedenin 50 lirayı duyunca sinirlenişini, babaannenin torununa düşkünlüğünü, 'ben büyüyünce büyük adam olucam' tadındaki ergenliği sevdim. herhangi bir düşünceyi savunmadan, kavga etmeden, asla tek kişiye yoğunlaşmadan konuşabilmelerini sevdim. dedenin o kadar dede, annenin anne, ergenin ergen olmasını.
son olarak; sakal cafeden sakal bara terfi yaşımız geldi de geçiyor.
ve hepimiz biliyoruzki ben ne kadar beceriksiz bir cadıysam sende o kadar beceriksiz bir büyücüsün çocuk. bunu seviyorum.

giriş gelişme ve sonucu birbirinden inanılmaz bağımsız bir yazı oldu, varsın öyle olsun. bunu da seviyorum.

18 Aralık 2010 Cumartesi

7 Aralık 2010 Salı

geçen hafta salı Marx'ın Dönüşü'ne gittik oğuzla. bileti internetten almam, dolayısıyla elimde yazılı hiçbir tarih olmaması. şinasi'ye gittiğimizde adınıza bir bilet yok denilmesi. kaçak yollarla içeri girmeyi başardığımızda yerimizde başka birilerinin oturduğunu farketmemiz ve benden çıkan bi yok artık nidası. gece eve dönüp kontrol ettiğim üzere bilet aslında çarşamba tarihliymiş.
ama aynı güzel oyuna ertesi gün bi kere daha ve bu sefer legal yollarla gidebildiğimi düşünürsek, aklımın bir karış havada olmasına şükretmem gerekiyor sanırım.
bu yazının neden olduğunun merak edilmesi gayet mantıklı ve normal. tek amacım bi önceki yazıda açıklamayı unuttuğum yıldız(*)dan bahsetmek.

*
(ağlamaklı)bir fincan kahve için bozuk paranız var mı bayım?
(sinirli)buna ilerleme diyorsunuz öyle mi? çünkü motorlu arabalarınız, telefonlarınız, uçan makineleriniz ve bu leş yığını içinde daha iyi kokmanızı sağlayan bin çeşit parfümünüz var. ve caddelerde uyuyan yoksul insanlarınız...

arabanızın ya da parfümünüzün olup olmadığının hiç bir önemi yok. o an marx, etrafında olup bitene göz yuman herkesin ağzına sıçtı.

6 Aralık 2010 Pazartesi

- anlatabilir misin?

dedi. bakakaldım ekrana. sahi, ne düşündüm onca zaman boyunca? üzerine düşündüğümü biliyordum. ama daha çok 'bak argümanları kısaca açıkladım sen anlarsın, zeki kızsın bence.' tadında bi düşünmeydi. var olduğunu biliyordum ama doğru kelimeler birbirini bulamamışlardı anlatmak için.
ne düşündüm sahi? dün toparladım biraz. dünya az biraz da olsa ilerliyorsa*, deliler sayesinde değil mi bu. delirsek ya o zaman.

okumuyorum. mükemmel olmasa da elimde sürünmeyi haketmemişti pavese. ama asıl gündüz vassaf, harika olmasına rağmen sürünüyor ya şu an, en çok ona üzülüyorum. ıskalanmış, üzerinde düşünmeye hiç gerek duyulmadan kabul edilmiş ayrıntıları bulunduğu yerden çekip ısıtıp önüme koyuşu hakikaten etkiledi. üstüne düşünerek okumak istediğimden okuyamıyorum belkide. beynim düşünme eylemini gereksiz sayıyor bu ara, 'gör ve kabul et, kabul et ve tekrarla.' modunda.
"cehennem özgürlüktür." bu fikir güzeldi. ama asıl psikoloji ve delilik. delilik ve özgürlük. bunu uzun süredir yazmak istiyordum.

"Biz özgür olmaktan korkuyoruz aslında. Yerleşik düzenin dikte ettiği, herkesin de karşılıklı olarak kabulendiği tutum ve davranış sınırlarının içinde kalmak istiyoruz. bizi nihai bağımsızlığa götürecek olan o adımı atmaya cesaret edemiyor, kendi içimizdeki sese kulak vermek istemiyoruz. Öyle yaptığımız zaman genellikle bize deli deniliyor çünkü. bize deli denmesini istemiyoruz. bize deli denmesinin ve deli muamelesi yapılmasının sonuçlarına katlanacak gücümüz yok.
bu yüzden delilikten anladığımız şeyi iğdiş ediyor, onu küçük ve önemsiz eylemlere indirgiyor ve davranışlarımızın anlamını da abartıyoruz. Örneğin bir memur uçurtma uçurmak istediğinde işe gitmiyor; "Acaba bana deli derler mi?" diye düşünüyor ama. Ya da sonradan " öyle çılgınca bir şey yaptım ki..." diye anlatıyor bu olayı. Deliliği, çılgınlığı öylesine basit eylemlere indirgedik ki, artık rahatça, güven içinde deli olabiliriz. ne yardan geçiyoruz, ne de serden. "Bütün gece uyumadık ve geceyi dinledik, ne çılgınlık değil mi?", "Kocam bütün ışıkları yaktı, bütün pencereleri açtı ve benimle salondaki halının üzerinde sevişti. Amma da deliymişiz. Böyle bir çılgınlığa nasıl boyun eğdiğimi bir düşünsene."
Deli olmaya cesaret edemediğimiz, ama yine de özgürlüğün özlemini çektiğimiz için, deliliği bu son derece basit davranış biçimlerine indirgedik, ama bu eylemler, deliliğin sonsuz ifade biçimlerine haksızlık etmektir."

kelimeler birbirini buldukça şunu düşündüm. başında olduğum şeylerin ileride çok ciddi çalışma ve yetenek isteyeceğini bilmek korkutuyor. yolun başındayken hazır, belkide vazgeçmeliyim diyordum.

delilik.
delilik hayallerinin peşinden koşmak olmamalıydı, koşmamak olmalıydı. delilik övgü olmamalıydı, yergi olmalıydı. kavram karmaşaları, çoğu şeyin olduğunun tam tersi anlam edinmesiyle sonuçlandı. ama sanırım sonuçlandı. kararı verdim en azından.
ve bir teşekkür borçluyum sanırım, 'bana mı?' diye düşüneceğini biliyorum. evet, sana.