6 Temmuz 2015 Pazartesi

Aslında en çok vakit geçirdiğin insan kendinsin, ama en az gördüğün insan da kendinsin.

Demişim ki hep: "Ben buyum ve kendime bakmak beni değiştirmeyecek, kendime savaş açmanın manası yok.".
Halbuki savaş zamanı gelmiş, bir akşam üzeri oturduğumuz sakin balkonda demişiz ki bir gün duvara çarparsan şanslısın, ama ne kadar erken çarparsan da o kadar şanslısın.

Ortalıkta "ağaç" sözcüğü dolaştığında insanlar dönüp bana bakıyorlar artık, bir yerde özel bir ağaç gördüklerinde beni anıyorlar.
Ben ise biriktirmiyorum da ağaçları, atlatamıyorum. Der ki William: "Doğayı yarattığına göre Tanrı iyi olmalı.". Tanrı adına inandığım, umut ettiğim ne varsa yeryüzündeki yansıması: her şeyi gören ancak susan, alçakgönüllü, sabırlı ve kesinlikle bağışlayıcı. Zira biliyor ki yelle gelen eninde sonunda yeni bir yelle birlikte gidiyor.
Tanrılığa özeniyorum. (bi' bu kalmıştı, dimi?)

Histeri krizinden kurtulabilmek, sakinleşip uyuyabilmek için içenler kadar içinde birikeni iyice yoğunlaştırıp kusarak kurtulmak isteyenler de var. Daha fazla düşünmeyi engellemek adına beynimin fişini çekmeyi dileyerek, ulaşabildiğim tüm ışıkları ve sesleri yok edip tortop uyumaya çalıştığım sarhoş geceler oldu, tam tersine saldırabilmek ve ardından, ardına saklanabileceğim bir bahane yaratabilmek adına sarhoşluklar da. Hiç uçlarda yaşamadım ama uca kadar gidip geri döndüğüm kaçamaklar var.

Şimdiyse dünyadaki bütün sesler ve ışıklar olması gereken yerde; mutluluk ve mutsuzluk dahi köşeleri fazla keskin sözcükler. Ve istediğim tek şey, küçük dağlara bulaşmadan minik çakıl taşları biriktirmek bu ara. Avuçlarımın aldığı kadarıyla yetinmek, oburca saldırmamak ve sadece kendime kadar yaratmak ne ise içimi ferahlatacak.

Böyle bir sürecin başlangıcında, umudum, afiyetle...

(bu yazı da duvara çarptırana. unutuveriyor ama, o iyi ki var.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder