20 Ağustos 2012 Pazartesi

Soğuk bura. Uyanalı ilk, geleli iki gün oldu. İki gündür yağmurlu. Balıkçılar yarın geçer bu yağmur diyorlar. Öyle çok yağıyor ki inanamıyoruz, ama hakikaten de yıldızlar çıktı gece.

Ben de gece yazıyorum, Microsoft 2003, kırk yılda bir açılır, word belgesi.
Sabah kahvede düple çaylarımızı içerken internete geçiriyorum.

Geldiğimiz gün onca yağmurun da etkisiyle okumaya başlıyorum. Ölüm Pornosu aynı gün başlayıp bitiyor. Okudukça midem bulanıyor aslında. Pornodan, sekse bunca düşkünlükten, kusmuktan, çişten, gayrı meşru çocuklardan, kendi hatalarını çocuklarınkilerle kapamaya çalışan ebeveynlerden, şişme kadınlardan, şişirilmiş kadınlardan, yaşıtlarımın yaşam koşullarından, harbiden doğrulardan, ne bileyimlerden midem bulanıyor. Kadına, çocuğa, eşcinsele, azınlığa verilen tüm zararlardan midem bulanıyor.

Bugün az okuyup çok uyuyorum ama. Bol gazete, az uygarlık tarihi, çok, en çok uyku. Bir ara kapalı havadan faydalanmak adına yürüyüşe çıkıyorum; birkaç fotoğraf çekip dönüyorum. Birini filmi hediye edene basmayı düşünüyorum, anlamazsa diyorum sonra. Anlatsam. Anlatmaya başlıyorum. Destan oluyor. Belki öykü başlangıcı. Anılı fotoğraf, fena mı.

Akşam Çakraz’ın muhtemelen en lezzetli ve en ucuz balıkçısını keşfediyoruz. En sevmediğim iki balıktan harika hamsi, harika istavrit. Rakı güzel güzel, bolca salata. Sofraya bir otururken, bir de kalkmadan önce iki kere kadeh tokuşturuyoruz. Baba öyle öğretti çünkü; rakı sofrasının bir başında bir de sonunda kadeh kaldırılır. Ota boka bir küstümle ben kadeh kaldırırız. Düşünürüz ama uzun uzun da kime kaldırsak diye. Ota boka aktiviteler onla güzel gider. Canım.

Aile işletmesi burası. Zaten masalarda müşteri bir biziz; gerisi kayınpeder, enişte, yeğen, kayınço. Muhtemelen biz gelince üç tabak, çatal, bıçak, iki rakı bardağı yeni yıkanıyor.
Balıklar çıtır çıtır.
Kalem birayı evde babamla paylaşıyoruz.    
Yazabildiğin kadar yaz diyorum artık. Yazmayıp da ne yapacaksın. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder