'Einmal ist keinmal' diyor Tomas kendi
kendine. Belki “Bir kereden bir şey olmaz.” şeklinde basitçe, “İlk elin günahı olmaz.” diyerek sevimlice çevirebilirlerdi
özdeyişi. Ancak yeri, adam sendeciliğin hiç mi hiç yeri değil.
Nietzsche'nin bengi dönüş kavramının yetkinliği,
Kundera'nın ne kadarını damıttığı, Tomas'a ise damıtılanın ne
derece giydirildiği tartışılabilir elbet; ama bu üç kafanın bir
araya gelip ortaya çıkardığı şey, bir kere yaşananın aslında
hiç yaşanmamış sayıldığı. Deneylerin tekrarlanıp durduğu laboratuvarların aksine yaşadığımız
her şey sonsuz ihtimalin arasından seçilmiş tek bir şey ve
geriye dönüp diğer ihtimalleri deneyemeyeceğimizden doğruluğu
yahut yanlışlığı üzerine tartışamayız. Sonra oturuyor ve
hafiflikle ağırlık üzerine kafa yoruyor bu üç adam. 'Einmal ist
keinmal'ın hafifliği vurgulayan örüntüsüyle bu düşüncenin akla sadece ağırlığın ardından gelmesi pek
çelişkili. Öhöm, varolmanın çelişkisi diyebiliriz belki de.
(dilim dolanıyor, hoşlanmıyorum.)
Ama bir yandan da
geçmiş dönüldüğü her keresinde görkemini ve yoğunluğunu
kaybediyor olmalı. Bunu da bir kenara not etmeli. Şu anda bile
içinin boşaldığını hissediyorum bir şeylerin, gerçi içinin
boşalması iyi mi kötü mü onu da tahayyül edemiyorum.
Bu arada şarkıları, filmleri, tanışılanları görmezden geliyorum. Yaşanan nasıl bir şeyse artık, kendisi karşılığında kalan her şeyden vazgeçmeyi gerektiriyor. Bütün günlerim internetsiz, son bir yılımı süslemiş makinesiz, sadece bayat filmler ve hatırlama uğraşlarıyla geçecek. Kafamda mecazi olarak "Bir sabah uyandım." şeklinde başlayan bir cümle ve gerçek olarak da belime uzanan saçlarla.
Ve sanırım hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştım hayatta.